Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ODTÜ asistanına sahip çıktı

Yılın son grevlerinden olan ODTÜ promosyon grevi, emekçiler lehine birtakım kazanımlarla son bulurken sendika işyeri temsilcisi olarak rektörlükle görüşmelere katılan asistan Ekin Erdem Evliya’nın görev süresi bitirilirdi. ODTÜ’nün Evliya’ya sahip çıkması ise en önemli kazanım olarak kendini gösterdi. Süreci Evliya ile konuştuk. Bayram Uluad - soL Haber ODTÜ’de maaş ödemesi üzerinden emekçilere ödenen banka promosyonlarının ihalesinin yapıldığı günlerde emekçiler sahnedeydi. Okulun idari personeli, asistanları ve bazı öğretim üyeleri tarafından yönetime katılmak ve promosyon ihalesinden daha fazla pay alabilmek için bir dizi eylemlikler geliştirilmişti. İki aşamalı gerçekleşecek ihalenin iki gününü de grev ile kapatan emekçiler, örgütlü mücadeleleri sonucunda bir dizi kazanım elde etti. Sürecin görünür isimlerinden olan, Eğitim-Sen işyeri temsilcisi olarak rektörlükle yürütülen görüşmelere katılan asistan, Ekin Erdem Evliya’nın ise şaibeli ve keyfi bir biçimde görev süresi bitirildi...

ODTÜ grevinde son durum: Sendika temsilcisinin görev süresi uzatılmadı

Banka promosyonları ihalesi üzerinden işçilerin başlattığı grevin geldiği aşamada rektörlükten herhangi bir adım atılmadığı gibi; Eğitim-Sen işyeri temsilcisi olarak rektörlükle görüşmelere katılan asistan Ekin Erdem Evliya’nın görev süresi uzatılmadı. Bayram Uluad - soL Ankara Fotoğraf - sendika.org ODTÜ’de banka promosyonları ihalesinden dolayı emekçiler, 15 Aralık Pazartesi günü greve başladı. Bu grevle hem banka promosyon ihalesinde idari personelin düşünülmesini sağlamaya çalıştıklarını, hem de okul yönetiminde söz hakkı mücadelesi verdiklerini ifade emekçiler, süreçte bir tıkanma olduğunu ifade ediyorlar. Grevin başlamasının üzerinden geçen sürede rektörlükten herhangi bir adım atılmadığı gibi Eğitim-Sen işyeri temsilcisi olarak görüşmelere katılan Ekin Erdem Evliya’nın işi tehlikeye atıldı. Master jürisini yeni geçen Evliya’nın öğrenciliği bitmeden görev süresinin uzatılması bekleniyordu. Henüz doktora kabul süresi başlamadan, Evliya’nın görev süresinin 31 Aralık iti...

Tarihin kötü tekerrürü: kör topal olsa da...

Yıllar önceydi. Hafızam kötü, bağışlayın beni. O yüzden yıllar önceydi diyorum. Bir sabah uyandık, güzelim ülkem operasyon mahalline dönmüştü. Yurdun her yerinde kazılar yapılıyor, planlar 'deşifre' ediliyor, senaryolar soruşturuluyor, selam verdiği için insanlar gözaltına alınıyor ve tutuklanıyordu. Haklarında hüküm verilmemiş olmasına rağmen uzun yıllar tutuklu kalınıyordu. Bunlar da yetmemiş gibi bavulcular üşüşüyordu ortalığa. Bir 'adam' elinde içi belge dolu ve nereden geldiği belli olmayan bir büyük boy bavulla emniyetin yolunu tutmuştu. Belki de operasyonlardan sonra tatile gitmiştir aynı bavulla. Her neyse. Gazeteciler patır patır ya gözaltına alınıyor ya da tutuklanıyordu. Tarafsız olduğunu iddia eden Milliyet gazetesi o dönemde arka arkaya savcılardan aldığı bilgilerden haberler yapıyor, senaryoları bir bir 'ifşa' ediyordu. Neydi, tarafsız habercilikti. Delilleri sahte, iddianamesi copy-paste, sanıkları düzmece, tanıkları süzmece olan bir operasyon ...

Ankara Yemimahalle'de öğrencileri çalıştırmaya devam

Eğitim sistemindeki gericileşme ve piyasalaştırma son hızıyla devam ediyor. Ankara'daki bir lisede eğitim sezonun başından bu yana öğrenciler ve veliler çalıştırılıyor. Bayram Uluad - soL Ankara Yenimahalle Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi'nde öğrencilere iş yaptırılıyor. Yaklaşık bin sekiz yüz öğrencisi olan lisede nöbetçi öğrencilere her gün iş yaptırılıyor. Sistematik olarak yapılan işler sırasıyla nöbet listesindeki iki öğrenciye yaptırılıyor. Öğrenciler durumdan şikayetçiyken kime itiraz edeceğini bulamadıkları için sessiz kaldıklarını söylüyor. ÖĞRENCİLER YAKALANINCA VELİLERİ ÇALIŞTIRMIŞLARDI Daha önce Birgün gazetesinden Burcu Cansu'nun 12 Kasım 2014'te yaptığı haberle ortaya çıkan bu durum üzerine okul, öğrencilere iş yaptırmayı bıraktı. Bunun bir gün sonrasında ise bu kez aynı mutfakta Okul Aile Birliği'nden veliler iş yaptırılırken görüntülendi. Bu haberlerin ardından bir süre öğrenciler mutfakta görünmedi fakat bir ay sonra öğrencilere tekrar iş ya...

BHH Türkiye Meclisi'nde ortak hava: umut

Birleşik Haziran Hareketi'nin ilk Türkiye Meclisi toplantısı, forumlardan belirlenen delegelerle, toplandı. İki gün sürecek toplantılar devam ederken BHH'nin parçası olan kurucu üyeler ve çeşitli forum delegeleriyle yaptığımız görüşmeleri soL okurlarıyla paylaşıyoruz.  Bayram Uluad - soL Ankara BHH bileşenlerinin çeşitliliğine rağmen ortak dili yakalayabilmesine dair kaygıların azaldığı görüşü ön plana çıkan öğelerden biri olurken en büyük mesafe ise BHH'nin seçim odaklı bir oluşum olarak algılanmasına dönüktü. Katılımcıların önemli kısmı BHH'nin geniş bir muhalefet havuzu olması gerektiği ve bu yüzden de seçim endeksli bir odağa sürüklenmemesi tarafıyken umudun yaratılmış olduğu gözlemi ise neredeyse herkeste hakim olan bir başka görüştü. Aralarında İlhan Cihaner, Hüseyin Aygün, Barış Atay gibi BHH sürecinin önemli unsurlarının da yer aldığı görüşler ise şöyle: Hüseyin Aygün (BHH Kuruluş Çağrıcısı - CHP Dersim Milletvekili) Bu toplantıya gelenler çok şey anlatı...

Aydınlar, işçiler ve ben

Yıllar önceydi. Bir televizyon programında denk gelmiştim. Ateşli ateşli tartışan bir adam ve aynı ateşle cevap veren bir kadın vardı. Konu aydın üzerineydi. 'Aydın kimdir?' sorusuna yanıt aranıyordu. Yalçın Küçük "Bence aydın yorumlayan değil; sentezi olan, ütopyası olan, geleceği yakalamaya çalışan insandır" diyordu. Tam o anda Alev Alatlı ise aydına misyon yüklemenin bir anlamı olmadığını, aydının tek başına anlamaya çalışan ve analiz yapan birisi olması gerektiğini anlatmaya çalışıyordu. Yalçın Küçük bu sefer sinirlenerek masaya vuruyor: "Bana göre aydın iki dinlidir. Bir yükselişte geleceğe baktı ondan sonra da ikinci şeyde öbür dini çıktı. (Mesela) Sosyalist oldu. Güçlüyü gördüğü zaman Kemalist oldu." Yani Küçük aslında Türkiye aydınının omurgasızlığına ve sürekli bir denge gözetimine çakıyordu. İyi  yapmış. İsabetli yapmış. Omurgasız aydınların, 'aydınlanmaya' kategorik ve tarihsel olarak karşı duran, düşman olan bir hareketin malzemesi ol...

İHH okullarda sunum yapacak

İnsani Yardım Vakfı'nın (İHH) bir projesi kapsamında, Kars'taki liselere Valilik yazı gönderdi. Vakıf, sınıflarda sunum yapacak.   Bayram Uluad - soL Haber İHH tarafından yürütülen ‘Her sınıfın yetim bir kardeşi var’ projesi kapsamında Kars’taki liselere Valilik onaylı yazı gönderildi. Yazıda İHH’nın sınıflarda sunum yapılmasına izin verildiği ifade ediliyor. İHH İnsani Yardım Vakfı tarafından 2013 – 2014 eğitim öğretim sezonunda uygulanmaya başlanan ‘Her sınıfın bir yetim kardeşi var’ başlıklı proje bu yıl resmen okullarda olacak. Geçen sene ilk kez Eskişehir’de duyurusu yapılan ve çeşitli gazetelere haberi yapılan proje kapsamında yetimlere yardım toplanması ‘amaçlanıyor’. Kars’ta bir liseye gelen bir evrakta İHH’nın ilgili projesinin sunumunu yapmak için Kars Valiliği’nden onay verildiği belirtiliyor. Bu iznin kapsamında neler olduğu henüz bilinmiyor fakat bu haliyle İHH liselerde proje kapsamında sunumlar yapabilecek. PROJENİN AMACI: ÖĞRENCİLERE PARA TOPLATMAK ...

Soğuk, her zamankinden de soğuk...

Korkmayın öyle sonuçta kutuplarda bir igloo'da yaşamıyorum. Ayrıca soğuğa da dayanıklıyım. Ama işte, soğuk her zaman soğuktur abi! Üşüyorum amk ya! Bir haber yazmam gerek, üstüne görev icabı bir facebook sayfası açmam gerek. O da yetmiyor üstüne bir de ödev hazırlamam gerek. reklgreıohermg043yjkw rs  bgs h sf Siktir git Çirkef! Bunca derdin üstüne bir de sen oturma klavyeye. Ya zaten yazamıyorum. Azıcık beni de anla be güzelim. Ha ne diyordum, evet burnum da akıyor üstelik! Ah şu şarkılar olmasa. Şu şiirler, şu kitaplar, şu filmler olmasa. Ne yapardım lan can sıkıntısından! Yazı yazıcam ama parmaklar kötüleşti giderek. Önce bi ısınayım. Şöyle güzel bir şarkı açayım bi kendime geleyim de maazallah uykum filan gelecek olmasın. Özellikle bu saatlerde(saat farkından dolayı) bloğumu yalnız bırakmayan sevgili Amerikalı okurlarıma gelsin. Giriyonuz madem kültürlenin la biraz. Ohh be. Tamamdır, şimdi biraz daha hazırım sanırım. "Zülüflerin kemend etmiş, yar boynuma taktı g...

Hayatın anlamını bulduktan üç dk sonra

Bileniniz mutlaka vardır bu karikatürü. Bilmeyenler de bakabilir bu başlığı google amcaya sorarak. Üç dakika sonra ne mi oluyordu? Hiiç, bizim eleman kalkıp bi çay demliyordu sadece. Ben çok uzun zamandır çay demlemiyorum. İçmiyorum değil, demlemiyorum. Elbette üşendiğimden böyle yapıyorum, hemen ota boka anlam yüklemeyin la! Da, hayatın anlamı nedir? Bu o kadar önemli midir? Yıllarca kendimce anlamlar yükleyip durdum hayata. Bir kısmını asla sorgulamam, bir kısmını ise özellikle şu aralar ciddi ciddi sorguluyorum. Mesela şarkı dinlemek epey anlamlı bir eylem. Yeter ki sürekli aynı şeyi dinleme. Fakat bir şarkı var ki dan diye hayatıma girdi. Azam Ali & Vas düetinde Leyli şarkısı... Bilen bilir. Hedef kitlemi gözeterek yazıyorum bundan sonrasını. Bu şarkının içtenliği beni çok etkiledi de sizi nasıl etkiledi acaba? Geçen gördüm, dinlemişsiniz. Yetmemiş, paylaşmışsınız. Bu bir teşekkür müydü yoksa ilgili içerikle alakalı bir mesaj mı algılamam gerek? Günlerdir kafamı kurcalaya...

Yetişkin eğitiminden yaşam boyu öğrenmeye geçiş - Bir eğitim makalesi

Eğitim, öğrenmenin sistematikleştirilmiş halidir. Öğrenmeye göre çok daha dar bir kavram olan eğitim kavramı daha gelişkin mekanizmaların kurulabilmesi için daha gelişkin bireylere ihtiyaç duyulmasından kaynaklı ortaya çıkmış bir kavramdır. İlk olarak Fransız sanayi devrimiyle somut düzlemde ele alınmaya başlanan bu gerçeklik kendisini fabrikalarda makineyi kullanmayı bilen eleman ihtiyacında göstermiştir. Makine kullanımının ve iş yönteminin öğretilmesinde karşılaşılan zorluklar, tarihin ilk burjuva devriminde öğretimi halk için sistematikleştiren yaklaşımı, yani eğitimi doğurmuştur. Sanayi devriminin öncelerinde bilgi aktarımlarını gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek adına kurulan çeşitli kurumlar(kiliseler, camiler, manastır ve medreseler vb.) faydacı özellik gütmemesinden dolayı modern eğitim kavramına tam olarak denk düşmemektedir. Bu surette eğitim; faydalar çerçevesinde sistematikleştirilmiş öğrenmelerdir diyebiliriz. Bu noktada eğitim kavramıyla yetişkin kelimeleri yan yan...

Annemin annesi ve benim annem

Az önce savaş konulu bir Amerikan dizisinin son bölümünü bitirdim. Savaşın ne olduğu, ne olmadığı konusu bir tarafa, ilginç şekilde bir sahneden çok etkilendim. Pasifik'te savaşmış ve sağ bir şekilde memlekete ulaşmış bir askerin ailesiyle karşılaşma sahnesi. Filmin kahramanlarının birbir eve dönüş hikayeleri betimlenirken içlerinden bir bu beni etkiledi. Arkada bangır bangır çalan Amerikan ulusal marşına benzeyen müziğe rağmen, Steven Speilberg'in buram buram milliyetçilik soslu yapımcılığına rağmen, askerin tavırları ve karşılaşma anı beni duygulandırdı. Hep anlatmak istediğim şeyler vardı anlatamadığım. Hep söylemek istediğim sözler vardı söyleyemediğim. Burada, mütemadiyen bloğumu takip eden günlük ortalama 50 Amerikalı ziyaretçime, üç beş Alman, yanlışlıkla araya giren Rus ve serseri kurşun misali her seferinde farklı bir İP'den bağlanan Türkiyeli ziyaretçilerime anlatmak istiyorum artık. Ne de olsa çok anlaşılır olmayacak onlar açısından. Askerimizi trenden inerken ...

Kanserli hücre kesilip atılmalıdır, hem de her alandan!

Üzgünüm, mutsuzum ve dişlerimi sıkarcasına da öfkeliyim. Değerli bir dostu, bir sevgiliyi bir hayatı kaybetmenin verdiği hüzün, sonrasında yaşadığım sıkışmanın verdiği mutsuzluk ve insanlarımızın kanser olmasının yarattığı öfke ile dişlerimi sıkışım... İşte o olmamalıydı. Bir aileyi darmaduman eden, insanların hayatlarına düzgün devam etmelerini bile engelleyen, sağlıklı düşünmeyi, sağlıklı yaşamayı ve sağlıklı iş yapabilmeyi bile imkansızlaştıran o acı olmamalıydı işte. Haftalardır içimde tuttuğum, hüznüne ortak olamadığım için müthiş bir utanç duyduğum olay bir kez daha yakaladı beni. Ben hassas bir insanım abicim. Ben duygusal bir insanım. Bu tür şeyler beni ciddi anlamlarda geriyor, mutsuzlaştırıyor, umutsuzlaştırıyor. Düşünün ki 30 yaşlarında bir kadın, ömrünün baharında, hayatının belki de en canlı geçeceği bir dönemde umut yıkıcı, kahredici bir süreçten geçiyor. Evet, bildiniz, kanser. Ayrıntıları çok da önemli değil fakat bu düzen sağlığımız üzerinde son derece tehlikeli oyun...

Gitmek mi, gelmek mi? En iyisi 'Merhaba Dünya' demeli

Gitmek... Gitmek dediğin nedir ki zaten... Çorabını giyer gidersin. Hep çeketini alacak halin yok. Bazen yaz ayına denk gelir gitmelerin. O zaman ince bilek çorabını giymek zorunda kalırsın. Ayak sağlığı önemli. Ayakkabının ayağını yara yapmaması için o çorabı giymen gerek. Gitmek... Bir cana bakarsın, bir ayağa bakarsın bir de mideye. İster istemez bakarsın. Hoş, bakmazsan ne olacak ki sanki. En fazla üşürsün. Mideni filan üşütürsün. Ayağını sıvazlarsın. Çok şeyapmamak gerek. O değil de gitmek çok zormuş be. İçimden gelse ağlayacağım hatta. Ama sanırım yeterince döktüm içimdekileri... Yine de insan düşünmeden edemiyor. Neden gideriz ki? Keşke gitmek zorunda hissetmesek kendimizi. Düşünsene tıpkı sevdiğin bir yakınını kaybetmiş olmak gibi bişi bu. O artık yok. Gitti. Ya da sen gittin. Her durumda artık yok öyle biri. Herkesle sevişebilirsin, Herkesle gezebilir, herkesle yemek yapabilirsin. Herkesle havadan sudan konuşup herkesle geyik yapabilirsin(burası biraz tartışmalı olabili...

Nasıl bir ağrı istersin? Yanaktan mı, dudaktan mı? Yoksa kaval kemiğinden mi?

Ağrılar çok ilginç lan Karabasan. Senin bıraktıklarına hiç benzemiyor. Kimi zaman dudaktan istiyor, kimi zaman yanaktan. Hem sen değil miydin öptün mü alacaksın dal dudaktan yanağı diyen! Dal dudak mı olurmuş hiç. Peh. Ne gam ki öyleydi. Dal gibiydi. İncecikti. O kadar inceldi ki bir yerden sonra kayboldu. Garip lan. Çok garip Karabasan. Senin ettiğin kötülükler benimkinin yanında hikaye kalıyor. Şimdi bana bileniyorsun biliyorum ama sakin ol. Sükunet iyidir. Bazen susmasını bilmeli. İçim nasıl yanıyor biliyor musun? Öyle böyle değil. O kadar girişli çıkışlı bir labirent ki, kayboluyorum... Her defasında hem de. İstisnasız. Anlatamam. Anlatmaya çalıştım da beceremedim. Yine beceremedim. Yine beceremeyeceğim. Güç, güçsüzlükten doğuyor be anam. Öyle değil o işler. Öyle bakma bana, tepsiyi devireceksin. Neyse, oradan biliyorum işte, anlatılmıyor bazı şeyler. Sanki kaval kemiğine aldığın darbeyle canının yanması gibi. Hem de her defasında. Ne elimi kaldırmak geliyor içimden, ne tuva...

Ankara'da gericilerden 'Zina Haramdır' kartviziti

Anadolu Gençlik Derneği'ne bağlı 'Gazze Bölgesi' isimli grup, propaganda çalışmasında 'Zina Haramdır' yazılı kartvizitler dağıttı. Bayram Uluad - soL Ankara Anadolu Gençlik Derneğine bağlı olduğu belirtilen 'Gazze Bölgesi' isimli örgütlenmenin başlatmış olduğu bir 'kampanya' olduğu açıklanan kartvizitlerin bir tarafında 'Zina Haramdır' diğer tarafında ise 'Evlenin! Zina Haramdır' yazıyor. Maltepe, Demirtepe, Tandoğan hattında kartvizitleri dağıtan gericiler, kendi sosyal medya hesaplarından "bu bölgede sürekli fuhuşa davet eden kartvizitler dolaşıyordu, bu sefer biz onlara kartvizit dağıttık. Bugün Maltepe-Kızılay, yarın tüm Ankara yerlerde artık travesti ya da fuhuş kartviziti yerine bizim kartvizitlerimizle karşılaşacak" şeklinde açıklama yaptılar.

Yol ayrımı

"Seni sevmek başka bir hürriyet, Uğruna dövüşmek başka..." Gerçekten sevince, dövüşmemek olmaz. Sevmeden de dövüşmemek olduğuna göre, şiiri yazan tepeden tırnağa yanılıyor! Telaşlanmayın, çok doğru gibi göründüğü için, çok sevdiğimiz böyle yanlışlar pek çoktur. Yalnız sizin başınıza gelen bir iş değil bu. İnsanoğlu hep gerçeği aradığıyla övünür. Gerçekten yana olduğunu öne sürüp böbürlenir. Öyleyken, hepimiz hiç ara vermeden yanlışlar yaparız. Hem de gerçeğe çok benzeyen yanlışlıklar... Çoğumuz bunu, karşımızdakileri aldatmak için değil, gerçeklerimizin yüzde yüz gerçek olduklarından bir an bile şüphelenmediğimizden böyle yapıyoruz. Biraz kuşkulansak çok şeyler düzelecek. Bizim, değişmez gerçeklerimizin yanında, karşısında, önünde, arkasında, başka gerçeklerin olabileceğini biraz düşünsek... Kemal Tahir - Yol Ayrımı, S.: 293 İthaki Yayınevleri 2. Basım

Unutulmayacak günler

Ah be hayat. Ulan dünyada en tiksindiğim ruh halini bile aldırmaya başladın ya bana, seninle hesaplaşmam çok ağır olacak. Arabesk ne amınakoyim! Bilmem kaç sıfır yenik başladığımız şu hayatta ha bire gol atıp duruyorsun kaleme. Kalbimi bir kez daha kırdın orta yerinden. Bir kez daha yaraladın beni. İşçilerin ölümü yeterince sarsmışken beni zaten, zaten uzaydan geldiğini düşündüğüm bir ucube tarafından yönetildiğimizi her geçen gün bir kez daha kavramaya başlıyorken, insanlarımızın her geçen gün daha fazla umut yoksunu olduğunu çıplak gözle görebiliyorken artık, bu kadarını da kaldıramam. Bu kadarı biraz fazla oldu. Seninle anladığın dilden konuşmaya karar verdim nihayet. Hep mi kalbimiz kırılacak bizim be. Lan kendime inanamıyorum bu satırlar bana mı ait diye. Evet, bana ait maalesef! Çok kırdın, küstürdün beni. Göğü kucaklayıp sıkasım var pınarlarımı bastırsın diye. Bu kadar mı derin bir kırılma olur. Bu kadar mı derin bir kahrolma... Ne diyelim be, yapacak birşey yok. Gitmek mi...

Sinir bozan haller

Durduk yere sinirinizin bozulduğu olur mu hiç? Benim çok. Hangi birini söyleyeyim? Kendi kendimize can sıkıntısı yaratıyoruz. Rakı içmek gibi mesela. Tüm gece boyunca içersin. Gayet de keyif verir lakin sabaha müthiş bir baş ağrısıyla uyanmanız son derece mümkündür. Ya da çiğköfte yeme mevzuusu vardır. Ama bu çok klişeleştiği için bazı konulu vinelar sayesinde, buna hiç girmicem. İnsanlar değişik. İnsanlar sinir bozucu. İnsanlar gayrı samimi. Hayat hatayı kaldırmıyor. Hayat boşluk kaldırmıyor. Hayat acımasız. Düşünün şimdi, biz de insanız ve böyle bir hayatı yaşıyoruz. Ortaya nasıl bir sonuç çıkmasını beklersiniz? Ben bekledim güzel sonuçların çıkmasını. Çıkmıyor, boşuna beklemeyin. Her kafadan bir ses çıkıyor. Herkes içindeki doğruları paylaşınca insanlığından kaybedeceğini düşünüyor. Ey insanlık, merak etmeyin, tüm bunların yanında insanlar aptal da değil nihayetinde. O kapıya çıkacak ufak bir tını sizi ele veriyor zaten. Muhafazakar bir tarza bürünüp hemen kendinizi korumaya ...

İnsanın unuttuğu tanrılar

(Bir önceki yazının devamı. Aslında her yazı öyle değil midir. Neyse, yazıya odaklanıyorum.) Ölümün soluğu filmindeki efsanevi bakış açılarından biri belki bana antitez olarak sunulabilir. Fakat bu da benim isyanımın gerçekliğine bir dermandır. İzlemeyeniniz varsa tezelden açıp baksın. Bir grup Yahudi toplama kampındadır ve ertesi günlerde gaz odalarına gönderilecektir. Bu arada son derece eğitimli kişilerin de olduğu enteresan bir koğuş mevcut. Aralarında üst düzey hukukçu, yanlış hatırlamıyorsam bir fizik profesörü, yüksek eğitimden geçmiş bir kaç kişinin yanında haham da var, köylü de. Aralarında geçen bir tartışmadan sonra bir mahkeme kurup tanrıyı yargılama işine girişirler. Tahmin edeceğiniz gibi, onu suçlu bulurlar. Fakat yine de cezasını vermezler tanrının. Tanrının elindeki güçten korkup tanrının gücünün verdiği merhamete sığınarak yine dualarını okuyarak giderler gaz odalarına.  Yani, tanrının bir gücü olmasaydı, ne kadar seveni ya da inananı olurdu? Aba altından...