Ana içeriğe atla

Nasıl bir ağrı istersin? Yanaktan mı, dudaktan mı? Yoksa kaval kemiğinden mi?

Ağrılar çok ilginç lan Karabasan. Senin bıraktıklarına hiç benzemiyor. Kimi zaman dudaktan istiyor, kimi zaman yanaktan. Hem sen değil miydin öptün mü alacaksın dal dudaktan yanağı diyen!
Dal dudak mı olurmuş hiç. Peh. Ne gam ki öyleydi. Dal gibiydi. İncecikti.
O kadar inceldi ki bir yerden sonra kayboldu.
Garip lan. Çok garip Karabasan. Senin ettiğin kötülükler benimkinin yanında hikaye kalıyor. Şimdi bana bileniyorsun biliyorum ama sakin ol. Sükunet iyidir. Bazen susmasını bilmeli.
İçim nasıl yanıyor biliyor musun? Öyle böyle değil. O kadar girişli çıkışlı bir labirent ki, kayboluyorum... Her defasında hem de. İstisnasız. Anlatamam. Anlatmaya çalıştım da beceremedim. Yine beceremedim. Yine beceremeyeceğim.
Güç, güçsüzlükten doğuyor be anam. Öyle değil o işler. Öyle bakma bana, tepsiyi devireceksin.
Neyse, oradan biliyorum işte, anlatılmıyor bazı şeyler. Sanki kaval kemiğine aldığın darbeyle canının yanması gibi. Hem de her defasında.
Ne elimi kaldırmak geliyor içimden, ne tuvalete gitmek, ne yemek hazırlamak, ne çay içmek. Paso sigara yakıyorum. Boğazım isyanlarda. Çay çaaaay diye bağırıyor. Bu kadar sigaraya o bile dayanamadı. Ama ben nasıl dayanıyorum ki?
Bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum. Kendimi kapılar ardına kilitleyeceğim. Belki de gitmem gerekiyordur. Bir rüyayı terk edip yenisine geçmem gerekiyordur kim bilir...
Nasıl bir ağrı ki kaval kemiğim acıyor. Oraya kadar vurdu acısı yüreğimin. Beynim afalladı, hissedebiliyorum. Tehlikeli şeyler yapmak istiyorum artık. Çok daha tehlikeli.
Artık acıyı başka bir yolla servis et bana Karabasan. Ne bileyim damar yoluyla enjekte et. Ya da kafama düşen tuğla ol. Ama bir daha yüreğime dokunma e mi. Zannedildiği kadar güçlü biri değilim çünkü.

Kendi kendime filmler açıp en olmadık yerinde gülüyorum nedensiz. Aklımda bir şey de yok ha. Öylece sessizleşiveriyor her şey. Sonra yüzüm kasılıyor. İşte o an anlıyorum. Geliyor diyorum içimden . Ve üçe kadar sayıyorum. Son sayı hep dudağımdan üüüeeeiiççç diye dökülüyor. R'lerin uzaması ise dilimin tuzlanmasından kaynaklanıyor. Dökülüyorlar sıcak sıcak.
Peki ya neden? Neden böyle oluyor? Neden ağladığını bilmez mi insan. Ben bilemiyorum Karabasan. Artık çözemiyorum. Zaten isliydi gözlerim, artık buzlu oldu. Buzlu bir cam gibi adeta. Hiç bir şeyi göremiyorum.
Şaka yapmıyorum bu arada, neden ağladığımı gerçekten bilmiyorum. Her şeyi biliyordum çünkü. Gidişleri, gelişleri, olası kombinezonları, yaşanacak ihtimalleri. Her şeyi biliyordum. Neyin nasıl olacağını o kadar iyi biliyordum ki tam olarak şu anın şöyle sonuçlanacağını taa 4 ay öncesinden biliyordum. Ama yine de ağlıyorum. Gördüğü gambite düşen mal misali!
Sanırım yılların biriktirdiği yaşları döküyorum. Evet evet, öyle oldu tam olarak. Yitik bir aşka ve hiç bir zaman yitirilemeyecek bir ihtimale ağlıyorum. Yitirilebilmesi için önce kazanılması gereken bir ihtimale. Olmayacak be Karabasan.
Artık toparlanmalı mıyım sence?
- Öff be oğlum, amma konuştun ya. Altı üstü bir yenilgi seninki. Maçı kaybeden çocuklar gibisin tıpkı! Sen hile de yapmaya başlarsın yakında. Yok sana toparlanma filan. Şimdi sana he desem sırf bana inat davranacaksın biliyorum. Cevap vermeyeceğim bu soruna. Koy götüne gitsin. Bir hayat yaşayacağız hepi topu. Onu da zehirli otları yiyerek bitir amınakoyim. Seni ancak bu keser. Al, peçete.

- Anam avradım olsun ki bir daha uzatırsan götüne sokarım o peçeteyi! Şimdi kalk, siktirgit bir çay koy da içelim. Belki kafayı buluruz üç beş kadehte.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğum günü şeysi - 3 Temmuz

Yıllar önce, 1990 yılında, bir 1 Temmuz gününde, yolların açıldığı, karın eridiği, havanın ılıştığı ve insanların dinçleştiği bir yaz günü karısına selam vermeksizin içeri girdi Mehmet. Yemeğini yedi. Çocukları azarladı. Karısı da payını aldı bundan. Yemekleri eleştirdi. Ama ne eleştiri. Küçük çaplı sevimli bir terör estirdi. İstemeden, el alışkanlığıyla karısına da bir tane çakıverdi. Hiç sevmezdi kuyruk yağı olmayan bulgur pilavını. Kaç defa söyledi, olmayınca istemsiz şekilde vuruverdi omuzuna kadının. *** Çocuklar bunu görünce bir anda tüm şımarıklıklarını kestiler. Artık onlar için zaman daha ağır akmaya, kuşlar ötmemeye, kuzular melememeye, kar altındaki topraktan başını çıkaran yılanlar toprağın altına geri dönmeye, yerdeki halıların desenleri dans etmeye, gözleri cansızlanmaya, babaları büyümeye, bir önceki gün marketten çaldıkları bisküvileri süte kırarak gizli gizli yeme fikirleri iyiden iyiye kaybolmaya ve bu fikrin yerini annelerinin yaptıkları kuyruk yağsız bulgur p...

Gecenin gözü

Gecenin gözü gördü, Çıkıp konuşsa, anlatsa her şeyi Senin hakkını sana, Benim hakkımı bana... Duvarlar bile daralıyordu, Sen ağlayınca. Bak şimdi nasıl da görünüyor Gökyüzü ferah ferah. Yıldızların altında gibi açık göğümüz. Koyun koyuna... Sıcacık...

Yetişkin eğitiminden yaşam boyu öğrenmeye geçiş - Bir eğitim makalesi

Eğitim, öğrenmenin sistematikleştirilmiş halidir. Öğrenmeye göre çok daha dar bir kavram olan eğitim kavramı daha gelişkin mekanizmaların kurulabilmesi için daha gelişkin bireylere ihtiyaç duyulmasından kaynaklı ortaya çıkmış bir kavramdır. İlk olarak Fransız sanayi devrimiyle somut düzlemde ele alınmaya başlanan bu gerçeklik kendisini fabrikalarda makineyi kullanmayı bilen eleman ihtiyacında göstermiştir. Makine kullanımının ve iş yönteminin öğretilmesinde karşılaşılan zorluklar, tarihin ilk burjuva devriminde öğretimi halk için sistematikleştiren yaklaşımı, yani eğitimi doğurmuştur. Sanayi devriminin öncelerinde bilgi aktarımlarını gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek adına kurulan çeşitli kurumlar(kiliseler, camiler, manastır ve medreseler vb.) faydacı özellik gütmemesinden dolayı modern eğitim kavramına tam olarak denk düşmemektedir. Bu surette eğitim; faydalar çerçevesinde sistematikleştirilmiş öğrenmelerdir diyebiliriz. Bu noktada eğitim kavramıyla yetişkin kelimeleri yan yan...