Ana içeriğe atla

Gitmek mi, gelmek mi? En iyisi 'Merhaba Dünya' demeli

Gitmek...
Gitmek dediğin nedir ki zaten...
Çorabını giyer gidersin. Hep çeketini alacak halin yok. Bazen yaz ayına denk gelir gitmelerin. O zaman ince bilek çorabını giymek zorunda kalırsın. Ayak sağlığı önemli. Ayakkabının ayağını yara yapmaması için o çorabı giymen gerek.
Gitmek...
Bir cana bakarsın, bir ayağa bakarsın bir de mideye. İster istemez bakarsın. Hoş, bakmazsan ne olacak ki sanki. En fazla üşürsün. Mideni filan üşütürsün. Ayağını sıvazlarsın. Çok şeyapmamak gerek.
O değil de gitmek çok zormuş be. İçimden gelse ağlayacağım hatta. Ama sanırım yeterince döktüm içimdekileri...
Yine de insan düşünmeden edemiyor. Neden gideriz ki? Keşke gitmek zorunda hissetmesek kendimizi. Düşünsene tıpkı sevdiğin bir yakınını kaybetmiş olmak gibi bişi bu. O artık yok. Gitti. Ya da sen gittin. Her durumda artık yok öyle biri.
Herkesle sevişebilirsin, Herkesle gezebilir, herkesle yemek yapabilirsin. Herkesle havadan sudan konuşup herkesle geyik yapabilirsin(burası biraz tartışmalı olabilir). Herkesi evine bırakabilirsin. Herkesle günde elli defa mesajlaşabilirsin. Herkesle eyleme gidebilir, herkesle(en azından sınırlamayı biz yapmayalım) yoldaş olabilirsin. Herkesle iş örgütleyebilir, herkesle yanyana gelebilirsin. Bu liste uzar gider. Bu tür ilişkilerde derinliği bir yere kadar götürebilirsin. Ötesine geçemezsin. Bir sınır vardır.
Peki ya herkesle yapamadığın şeyler? Hatta ve hatta hiç kimseyle yapamadığın işler?
Örneğin başını omuzuna yaslayıp ağlamak. Kabul ediyorum, bir sığınma işlemidir bu. Bir zayıflık göstergesidir. Ama olsun, olacaksan o insana karşı zayıf ol. Sığınacaksan o insana sığın. Bu şekilde herkese sokulamazsın.
Bu çok zor bir iştir.
Örneğin çok derinlemesine kelimeler etmek. Çok içten küsmek ve davranışlarınla onun anlamamasını umarken içten içe seni kendi kendine anlamasını beklemek.
Bu çok zor bir iştir.
Sadece ve sadece o uyumu bulduğun kişiyle yapabilirsin bunu. Her şeyden önce senin sesinin tınısını bile tanıyacak, bakışındaki buhrandan etkilenip derdini anlayacak kadar tanımalı seni, tanımalısın onu.
Bu çok zor bir iştir.
Örneğin müzik tarzlarındaki farklılıklara rağmen aynı anda aynı müziği dinleyebilmek. O pop sever, rocka eyvallahı vardır, etnik müzikten hiç hazzetmez; sen etnik müzik manyağısındır, caza eyvallahın vardır, poptan ölesiye tiksinirsin. Fakat buna rağmen yanyana gelip keyiflice aynı müziği dinleyebilirsin dakikalarca. Günlerce hatta yıllarca. Bunun için eh tamam müzikten de anlaman gerek biraz ama en çok da onun o müziği neden sevdiğini ayırt edecek kadar da yakın ve ilgili olman gerek. Bu sefer ortak noktaları yakalamak her zamankinden de kolay olacaktır.
Bu çok zor bir iştir.
Mesela aile sorunlarından konuşabilmek. Ben dayanamam. Nefret ederim. Ne kendi aile sorunlarımı konuşmaktan haz ederim ne de başkalarının bana onları anlatmasından. Eminim ki pek çoğumuz böyleyizdir. Çoğu zaman nezaketen gülümseriz. Dinlemiş gibi yaparız. Bir ailevi problem en fazla ne kadar problem olabilir ki? Neredeyse herkesin ortak yanlarından biridir. Tam burada ailesiz yüreklere de bir selam çakalım. Onların derdi bambaşkadır. Neyse, tüm bu sıkıntıya rağmen ivedilikle ailevi problemler masaya yatırılır ve sıkıcı hale gelmeden bir çözüm bulunur. Hem de seve seve yaparsın bunu.
Bu çok zor bir iştir.
İşte bunca zorluğu aştıktan sonra bile gitmek varsa işin içinde, yetersiz kalan neydi? Neyi yapamadım? Neyi yapamadık?
Ben artık çok da problem etmiyorum. Dünyanın tepesine bombalar yağarken bu kadar içe kapanmak, bu kadar merkezde durmak biraz haksızlık gibi oldu sanki he? İşte 'neden gitmek' sorunsalını masaya yatırıp altından kalkmaya çalışmak var ya, bu da son derece zor bir iştir. Artık bu zorluğu aşmaya çalışmayacağım. Bir olasılığım daha var, yolumu değiştirmek. Artık gitmek üstüne düşünmeyeceğim. Daha fazla okuyacak, daha fazla çalışacak ve daha fazla yazacağım. Evet gittik, insanlığımızı da alarak.
Gitmek... Evet, gitmek. Gitmeye devam etmek. Yolunu değiştirmek... Tüm bunları artık örtüyorum bir süreliğine. Belki bir gün, bir gün açılabilirler. Belki bir gün başıma üşüşebilirler yeniden. Fakat atılan resimler, yırtılan mektuplar, çöplenen ufak ama dünyaca manası olan hediyeler... Bunların tek bir anlamı var: Merhaba dünya!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğum günü şeysi - 3 Temmuz

Yıllar önce, 1990 yılında, bir 1 Temmuz gününde, yolların açıldığı, karın eridiği, havanın ılıştığı ve insanların dinçleştiği bir yaz günü karısına selam vermeksizin içeri girdi Mehmet. Yemeğini yedi. Çocukları azarladı. Karısı da payını aldı bundan. Yemekleri eleştirdi. Ama ne eleştiri. Küçük çaplı sevimli bir terör estirdi. İstemeden, el alışkanlığıyla karısına da bir tane çakıverdi. Hiç sevmezdi kuyruk yağı olmayan bulgur pilavını. Kaç defa söyledi, olmayınca istemsiz şekilde vuruverdi omuzuna kadının. *** Çocuklar bunu görünce bir anda tüm şımarıklıklarını kestiler. Artık onlar için zaman daha ağır akmaya, kuşlar ötmemeye, kuzular melememeye, kar altındaki topraktan başını çıkaran yılanlar toprağın altına geri dönmeye, yerdeki halıların desenleri dans etmeye, gözleri cansızlanmaya, babaları büyümeye, bir önceki gün marketten çaldıkları bisküvileri süte kırarak gizli gizli yeme fikirleri iyiden iyiye kaybolmaya ve bu fikrin yerini annelerinin yaptıkları kuyruk yağsız bulgur p...

Gecenin gözü

Gecenin gözü gördü, Çıkıp konuşsa, anlatsa her şeyi Senin hakkını sana, Benim hakkımı bana... Duvarlar bile daralıyordu, Sen ağlayınca. Bak şimdi nasıl da görünüyor Gökyüzü ferah ferah. Yıldızların altında gibi açık göğümüz. Koyun koyuna... Sıcacık...

Yetişkin eğitiminden yaşam boyu öğrenmeye geçiş - Bir eğitim makalesi

Eğitim, öğrenmenin sistematikleştirilmiş halidir. Öğrenmeye göre çok daha dar bir kavram olan eğitim kavramı daha gelişkin mekanizmaların kurulabilmesi için daha gelişkin bireylere ihtiyaç duyulmasından kaynaklı ortaya çıkmış bir kavramdır. İlk olarak Fransız sanayi devrimiyle somut düzlemde ele alınmaya başlanan bu gerçeklik kendisini fabrikalarda makineyi kullanmayı bilen eleman ihtiyacında göstermiştir. Makine kullanımının ve iş yönteminin öğretilmesinde karşılaşılan zorluklar, tarihin ilk burjuva devriminde öğretimi halk için sistematikleştiren yaklaşımı, yani eğitimi doğurmuştur. Sanayi devriminin öncelerinde bilgi aktarımlarını gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek adına kurulan çeşitli kurumlar(kiliseler, camiler, manastır ve medreseler vb.) faydacı özellik gütmemesinden dolayı modern eğitim kavramına tam olarak denk düşmemektedir. Bu surette eğitim; faydalar çerçevesinde sistematikleştirilmiş öğrenmelerdir diyebiliriz. Bu noktada eğitim kavramıyla yetişkin kelimeleri yan yan...