Ana içeriğe atla

Yetişkin eğitiminden yaşam boyu öğrenmeye geçiş - Bir eğitim makalesi

Eğitim, öğrenmenin sistematikleştirilmiş halidir. Öğrenmeye göre çok daha dar bir kavram olan eğitim kavramı daha gelişkin mekanizmaların kurulabilmesi için daha gelişkin bireylere ihtiyaç duyulmasından kaynaklı ortaya çıkmış bir kavramdır. İlk olarak Fransız sanayi devrimiyle somut düzlemde ele alınmaya başlanan bu gerçeklik kendisini fabrikalarda makineyi kullanmayı bilen eleman ihtiyacında göstermiştir. Makine kullanımının ve iş yönteminin öğretilmesinde karşılaşılan zorluklar, tarihin ilk burjuva devriminde öğretimi halk için sistematikleştiren yaklaşımı, yani eğitimi doğurmuştur.
Sanayi devriminin öncelerinde bilgi aktarımlarını gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek adına kurulan çeşitli kurumlar(kiliseler, camiler, manastır ve medreseler vb.) faydacı özellik gütmemesinden dolayı modern eğitim kavramına tam olarak denk düşmemektedir. Bu surette eğitim; faydalar çerçevesinde sistematikleştirilmiş öğrenmelerdir diyebiliriz.
Bu noktada eğitim kavramıyla yetişkin kelimeleri yan yana geldiğinde yetişkinlerin formel bir eğitimden geçirileceği çağrışımını yapmaktadır. Oysa yetişkin eğitimi an itibariyle tamamen yetişkinin çabasına indirgenen bir yaklaşımla ele alınmaya çalışılmaktadır.
Yetişkin eğitiminin faydaları
Yetişkin eğitiminin iki açıdan faydalı olacağını varsayarak devam edecek olursak bunlardan biri toplum için diğeri ise birey için önemidir. Yetişkin eğitiminin toplum için önemi kendini daha çok ilgili toplumsal sistemin ihtiyaçlarında göstermektedir.
Örneğin sosyalist Küba’da devrimden hemen sonra gerçekleştirilen yetişkin eğitimleri öncelikli olarak devrimin anlaşılması ve toplumun bir eşiğe getirtilmesi üzerine verilen temel okuma yazma eğitimleriydi. Devrimin ilk günlerinden başlayarak yola çıkan Küba’nın devrimci kadrosu, halk tarafından anlaşılır olabilmek, halk ile kurulacak iletişim kanallarını güçlendirebilmek ve halkın eğitime daha açık hale gelmesini sağlayabilmek amacıyla okuryazarlık seferberliği başlatmıştır. Mart 1959’da başlamış olan “Bilmiyorsan öğren – biliyorsan öğret” sloganlı okuryazarlık seferberliği kampanyası 22 Aralık 1961’de sona erdiğinde Küba, “okuryazarlık açısından kurtarılmış bölge” olarak ilan edilmiş ve 700 bini aşkın yetişkinin okuryazar olmasını sağlamıştır.(Marvin Leiner *)
Örneğimizde toplumun kadük noktasına parmak basılmış, ihtiyaç analizi yapılmış ve ilgili seferberlik gerçekleştirilmiştir. Benzer şekilde kapitalist ülkelerde de yetişkin eğitimi daha çok meslek eğitimine yönelmiş ve gerek toplumsal mekanizmaların sağlığı gerekse işsizliğin geçiştirilmesi anlamında ilgili toplumsal rejime çeşitli faydalar sağlamıştır. Bunun yanında yetişkinlerin eğitiminin öneminin farkına varan erken burjuva iktidarları başka denemelerde de bulunarak eğitimi süreklileştirecek çabalara girmiştir. Ülkemizi de bu kategoriye sokacak olursak Cumhuriyet devriminden hemen sonra gerçekleştirilen okuryazarlık kursları, kurulan Halkevleri ve çeşitli akşam sanat okulları bu çabanın ürünü olarak devlet politikasında yer edinmiştir.
Bir gerçek tüm açıklığıyla önümüzde durmaktadır, yetişkin eğitimi toplumun ihtiyaçlarına cevap verdiği ölçüde önemlidir. Bu yüzdendir ki formel standartlarda ve devlet eliyle bir hak olarak ele alınmalı ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verecek bir standarda oturtulmalıdır.
Yetişkin eğitiminin diğer açıdan faydası ise birey üzerindeki rolüdür. Yetişkinin toplumu algılayış biçimine, toplumsal mekanizmalarını kolaylaştıracak itkiye ve çevresini anlamlandıracak çabaya kavuşması bireyde mutlak bir gelişkinliği yaratır. Bireyin özgüveni ve niteliği artarken topluma dair katkıcılığında da bir ivmelenme görünür.
Bu açılardan bakıldığında yetişkin eğitiminin; etkili, dinamik ve sürekli olabilmesi için, destekleyici öğelerle birlikte, devlet politikalarında yer alması ve devletler tarafından garanti edilmesi gerekmektedir.
Neoliberal etkiler
Kapitalizmdeki tekelleşme 1917’de gerçekleşen Sovyet devrimiyle kendine büyük bir düşman yaratmış ve onunla savaşabilecek mekanizmaları yaratmaya itmiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından gelen soğuk savaş ile kapitalizm, sosyalist ideolojiyle üstü örtük bir savaşa girişmiştir. Savaş sırasında taraflar, kendilerini koruma ve düşmanı niteliksizleştirme uğraşından geri düşmemiş bir yerden sonra bu savaş bir rekabet halini almıştır.
Neredeyse tüm örneklerde Sovyetlerin arkasına düşen kapitalizm bir süre tepkisel davranmış ve kendini Sovyetlerde gerçekleşen olaylar üzerinden tanımlamıştır. Bu durum sosyal devlet kavramını ortaya çıkarmıştır. Sosyalizmin insanlığa vaat ettiği ücretsiz eğitim, din özgürlüğü, çalışma özgürlüğü, bireyin seçme ve seçilme hakkı, işçi sınıfının burjuvaziye karşı haklarının anayasa eliyle garanti altına alınması gibi başlıkları ön plana çıkaran, ulus devlet yapısının ve kapitalizmin korunduğu, yaşanılabilir bir kapitalizm seçeneğini ortaya çıkarmıştır.
Sovyetlerin dağıldığı yıllardan sonra ise sosyal devlet tarafından işçi sınıfına ve halka verilmiş hakların tamamına el konulmaya çalışılmış ve düşmanın kalmadığı bir ortamda bu haklar kapitalistler tarafından gereksiz görülmeye başlanmıştır. Eğitim, sağlık, ulaşım, barınma gibi en temel ihtiyaçlara kota konulmuş, özelleştirme politikalarının da besleyiciliğinde dört koldan ilerleyen bir saldırı gerçekleşmiştir. Bu en temel ihtiyaçlar ve anayasa tarafından garanti altına alınan haklar neo-liberal saldırılar çerçevesinde bir bir eritilmiştir. Önceleri birer hak olarak anayasada yer alan eğitim, sağlık, barınma gibi temel olgular artık birer sektör haline getirilmiş ve ücretlendirilmeye başlanmıştır. Bu ücretlendirmenin yarattığı pastadan pay kapmak isteyen kapitalistlerin saldırılarıyla özelleştirme politikaları gündeme gelmeye başlamış ve sınıfın elindeki tüm kazanımlar sermayeye peşkeş çekilmiştir.
Bunu yaparken belli bir ölçekte ikna kabiliyetine gereksinim duyan sistem kendini en net biçimde eğitim, sağlık, barınma ve işçi haklarında göstermiştir. Sağlık artık bir hak olmaktan çıkmış bir nitelik haline dönüşmüştür. Daha fazla parası olanın daha “güzel” yaşama hakkı olduğu anlatılmış ve çeşitli başlıklarda gerçekleşen saldırılar halkın üzerinde ikna edici bir boyuta ulaşmıştır. Bir yandan devlet eliyle yürütülen hizmetler tartışılır hale getirilirken öte yandan kaliteli standartlara kavuşmuş özel hastaneler prim yapmıştır. Benzer süreçler eğitimde de gerçekleşmiştir. Devlet okulunu henüz özelleştiremeyeceğinin farkına varan sistem, devlet okullarını mümkün mertebelerde kalitesizleştirmiş, oraya ayırması gerektiği bütçeleri özel okullara ayırarak net bir ayrım yaratmayı başarmıştır. Özellikle ilkokul ve liselerde “aklı ve parası olan” kesimin, çocuklarını özel okullara gönderdiği göz önünde bulundurulacak olursa, sistem tarafından  başarılı bir operasyon gerçekleştirilmiş ve yoksulların nitelikli eğitimden mahrum kalmalarına yol açmıştır. Buraya gelen itirazları savuşturabilmek ve daha iyi reklam yapabilmek içinse özel okullara burslu öğrenci bulundurma zorunluluğu getirilmiş ve “yoksul ama zeki öğrencilere” kaliteli okullarda eğitim alma “fırsatı” verilmiştir. Eğitim ve sağlığın başı çektiği bu dönüşüm devletin bu alanlardan elini çekmeye başlamasına yol açmıştır.
Yetişkin eğitimi yerine yaşam boyu öğrenme
Yetişkin eğitiminin yaptığı çağrışım bile devlete belli bir külfet bindirirken bu kavramın kendisiyle ve yarattığı etkiyle savaşmak gerekmekteydi. Yetişkin eğitiminin yaptığı çağrışımı özel sektöre devreden devletler ihtiyaca denk düşen alanları saptayıp yetişkin eğitimini sınırlama yolunu da tercih etmişlerdir. Ülkemizde halk eğitim merkezleri işlevsizleştirilmiş akşam okulları kısıtlanmıştır. Meslek eğitim kursları özelleştirilmiş ve içi boşaltılmıştır. İşsizliğin eğitimsizlikten kaynaklandığını iddia edin teoriler ortaya atılmış ve sertifika yetkisi olan özel meslek kurslarının önü açılmıştır. Günümüzde önüne gelenin meslek kursu açabileceği ve üstüne devletten öğrenci başına hatırı sayılır bütçeler alabildiği örnekler vardır ve her geçen gün çoğalmaktadır. Üniversitelerin bünyesinde Sürekli Eğitim Merkezi ya da Yaşam boyu Öğrenme merkezi adı altında paralı kurslar açılmış ve devletin vermesi gereken bütçe buralardan karşılanmaya odaklanmıştır. Üstüne üstlük koca koca üniversitelerde örgü kursundan tutun astroloji kurslarına kadar garip eğitim kursları açılmış yetişkin eğitimindeki ciddiyet de kaybedilmiştir.
Yetişkin eğitiminin bindirdiği külfet mümkün olan en düşük seviyelere çekilmiş ve bu kavram da terk edilmeye başlanmıştır. Eğitimin yerini günlük öğrenmelerin aldığı bir süreç öngörülmüş ve bu minvalde çalışmalar sürdürülmüştür. Öğrenmelerin bireye kazandırdığı nitelikler bahane olarak sunulmuş ve “öğrenmenin yaşı yoktur” sloganı etrafında bireyler, nitelikli eğitimlerden uzaklaştırılarak bireysel çabalar ve özel kurslar sonucu ulaşılan öğrenmelere yönlendirilmiştir. Bu işin bilimsel formatta yürümesinin önüne adeta set çekilmiş ayrıca yetişkin eğitiminden de neredeyse tümüyle kaçılmıştır. Bu tablo bize toplumun ihtiyaçlarına denk düşecek bir eğitim tablosu çizmekten ziyade egemenlerin günü geçirme politikalarını andırmaktadır. Öte yandan gerçekleşen her tür saldırıya karşı korunaksız bir toplumsal kesim yaratılmış ve kitlere eğitimden ziyade günlük öğrenmelere sürüklenmiştir. Bu saldırıların devam edeceğini varsayarsak çok spesifik birkaç alandaki eğitimlerin de tamamen özelleştirilmesi, meslek kurslarının bile artık birey üzerinde mali yükümlülüğü olan alanlar haline getirilmesi, yetişkinlerin, bir anlamıyla toplumdaki yeniliklerin ve gelişmelerin arkasına düşürecek şekilde toplumdan soyutlanmasını getirecek şekilde ilerleyeceğini söyleyebiliriz. Öğrenmeler elbette değersiz değildir fakat söz konusu olan toplumun ihtiyaçlarıysa öğrenmelerin niteliği arttırılmalı, önündeki engeller kaldırılmalı, zaten zor olan yetişkin eğitiminin bir de paralı hale getirilmesi gibi gündemler ortadan kaldırılmalı, nitelikli ve sürekli bir şekilde yürüyecek formel yapılara kavuşulmalıdır. Belki o zaman yaşam boyu öğrenme zımbırtısıyla daha fazla boğuşmak zorunda kalmayız.
Bir örnek
Bir örnek verecek olursak, Avrupa Birliği(AB) tarafından yürütülen Hayat Boyu Öğrenme Programında(LLP) incelenebilir. AB tarafından yürütülen program yetişkin eğitimine dair genel bir sorumluluk almaktan ziyade kısmi öğrenmeleri içeren ve genel olarak yetişkin eğitimini sınırlandıran bir niteliğe sahiptir. Buna göre AB çatısı altında bazı sektörel alanlarda bir eğitimsizlik ve nitelikli insan gücü eksikliği hissedilmektedir. Bu eksikliği giderecek şekilde çeşitli alt programlarla yürütülen proje son derece sınırlı alanlarda hizmet etmekte ve çapı da sınırlı tutulmaktadır. Genel olarak yetişkinlerin ne zaman eğitim alacağından nerede eğitim alacaklarına, hangi alanda eğitime gereksinim duyulduğundan eğitimlerin nasıl yürümesi gerektiğine varana dek bir çerçeve çizilen programda yetişkin eğitimi yürütüldüğü iddia edilse de sınırlamaktan başka bir anlam içermemektedir. Bu programın alt programlarına kabaca göz atacak olursak:

1. Comenius Programı: Avrupa kültür ve dil çeşitliliğini geliştirmek için ortaya atılan bu proje öğrenciler ve eğitim personeli arasında bir anlayış oluşturmayı hedeflemiştir. ’Okul Eğitimi’ alanında Avrupa ülkeleriyle işbirliği yoluyla eğitimde kalitenin artırılması ve kültürel diyalogu sağlayarak dil öğreniminin teşvik edilmesini kapsar. Bu doğrultuda, Avrupa ülkelerinde eğitimle ilgili kurumlar arası işbirliğini sağlamaya çalışır. Comenius programının hedef kitlesi okul öncesi, ilk ve orta öğretim kuruluşları ile eğitim fakülteleridir.
2. Erasmus Programı: Avrupa’daki yüksek öğretim kurumlarının birbirleri ile işbirliği yapmalarını teşvik etmeye yönelik bir programdır. 
3. Leonardo da Vinci Programı: AB'ye üye ve aday ülkelerin mesleki eğitime yönelik politikalarını desteklemek ve geliştirmek için yürütülen bir programdır. Bu program; ülkelerarası işbirliğinin geliştirilmesi yoluyla mesleki eğitim sistemleri ile uygulamalarında kalitenin geliştirilmesini, yeniliklerin teşvik edilmesini ve mesleki eğitimde Avrupa boyutunun güçlendirilmesini amaçlamaktadır.
4. Grundtvig Programı: Bilginin sürekli yenilenmesi neticesinde oluşan gereksinimleri karşılamak ve yetişkin kişilere yaşamları boyunca, bilgi ve niteliklerini geliştirmek için imkanlar sunarak istihdam olanaklarını artırmak ve toplumda meydana gelen değişikliklere uyum sağlamalarını sağlamayı amaçlar.
5. Ortak Konulu Program: Genel olarak iki veya daha fazla alt programın faaliyetlerini kapsayan alanlarda Avrupa işbirliğini ve üye devletlerin eğitim sistemlerinin kalitesini ve tanınmasını destekleyen bir programdır.
6. Jean Monnet Programı: Aslında merkezi bir faaliyet olmasına rağmen Hayatboyu Öğrenme Programı bünyesinde yer almakta, Avrupa bütünleşmesi çalışmaları alanında öğretim, araştırma ve düşünsel aktiviteleri teşvik etmek, Avrupa perspektifinde eğitim ve alıştırmalar ve Avrupa bütünleşmesi konularına odaklanmış kurum ve kuruluşların varlığını desteklemektir.
(**)
Görüleceği üzere tüm programların altında istihdam kaygısı bulunmakta ve son derece kısıtlı alanlara odaklanmaktadır. Ayrıca bir sıkıntı da şudur ki zaten hali hazırda yürümekte olan bir eğitim sistemine yaslanarak oluşturulmuş ve bu anlamda bir boşluğu doldurmaktansa geliştirici bir katkı koymayı hedeflemiştir. Evet, bu projelerle yurtdışına çıkma imkanları bazı alanlarda geliştirilmiştir. Hatta çok farklı ve güzel deneyim imkanı da vermiştir ancak yetişkin eğitimi nerede kaldı? Buraya getirdiğim itiraz programların gereksiz olduğu yönünde değildir. İtirazım alerji yaratan kavramlara karşı verilen savaşın göstergelerinden biri olarak bu projelerin öne sürülmesidir.
Toplumun her kesiminde dönemsel bazlı ya da sürekli bir takım ihtiyaçlar var olduğu sürece yetişkin eğitimi, adına yetişkin eğitimi demesek bile sürmek zorundadır. Bu gidişat ise ileride bu başlığın önemsizleşeceğine hatta belki de ortadan kaldırılacağına delalettir.


KAYNAKÇA
*https://www.academia.edu/4427755/1961_K%C3%BCba_Ulusal_Okuma_Yazma_Kampanyas%C4%B1_%C3%87eviri_-_Marvin_Leiner
** http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=46033&l=1

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğum günü şeysi - 3 Temmuz

Yıllar önce, 1990 yılında, bir 1 Temmuz gününde, yolların açıldığı, karın eridiği, havanın ılıştığı ve insanların dinçleştiği bir yaz günü karısına selam vermeksizin içeri girdi Mehmet. Yemeğini yedi. Çocukları azarladı. Karısı da payını aldı bundan. Yemekleri eleştirdi. Ama ne eleştiri. Küçük çaplı sevimli bir terör estirdi. İstemeden, el alışkanlığıyla karısına da bir tane çakıverdi. Hiç sevmezdi kuyruk yağı olmayan bulgur pilavını. Kaç defa söyledi, olmayınca istemsiz şekilde vuruverdi omuzuna kadının. *** Çocuklar bunu görünce bir anda tüm şımarıklıklarını kestiler. Artık onlar için zaman daha ağır akmaya, kuşlar ötmemeye, kuzular melememeye, kar altındaki topraktan başını çıkaran yılanlar toprağın altına geri dönmeye, yerdeki halıların desenleri dans etmeye, gözleri cansızlanmaya, babaları büyümeye, bir önceki gün marketten çaldıkları bisküvileri süte kırarak gizli gizli yeme fikirleri iyiden iyiye kaybolmaya ve bu fikrin yerini annelerinin yaptıkları kuyruk yağsız bulgur p...

Gecenin gözü

Gecenin gözü gördü, Çıkıp konuşsa, anlatsa her şeyi Senin hakkını sana, Benim hakkımı bana... Duvarlar bile daralıyordu, Sen ağlayınca. Bak şimdi nasıl da görünüyor Gökyüzü ferah ferah. Yıldızların altında gibi açık göğümüz. Koyun koyuna... Sıcacık...