Üzgünüm, mutsuzum ve dişlerimi sıkarcasına da öfkeliyim. Değerli bir dostu, bir sevgiliyi bir hayatı kaybetmenin verdiği hüzün, sonrasında yaşadığım sıkışmanın verdiği mutsuzluk ve insanlarımızın kanser olmasının yarattığı öfke ile dişlerimi sıkışım...
İşte o olmamalıydı. Bir aileyi darmaduman eden, insanların hayatlarına düzgün devam etmelerini bile engelleyen, sağlıklı düşünmeyi, sağlıklı yaşamayı ve sağlıklı iş yapabilmeyi bile imkansızlaştıran o acı olmamalıydı işte. Haftalardır içimde tuttuğum, hüznüne ortak olamadığım için müthiş bir utanç duyduğum olay bir kez daha yakaladı beni. Ben hassas bir insanım abicim. Ben duygusal bir insanım. Bu tür şeyler beni ciddi anlamlarda geriyor, mutsuzlaştırıyor, umutsuzlaştırıyor.
Düşünün ki 30 yaşlarında bir kadın, ömrünün baharında, hayatının belki de en canlı geçeceği bir dönemde umut yıkıcı, kahredici bir süreçten geçiyor. Evet, bildiniz, kanser. Ayrıntıları çok da önemli değil fakat bu düzen sağlığımız üzerinde son derece tehlikeli oyunlar oynuyor. Bir trafik kazasına bu kadar itiraz ederim bir de bu tür garip ve nedense önlenemeyen hastalıklara...
İçim yandı. Burukluğuma ve hüznüme şahidimdir dört duvar. Hatta Çirkef de şahittir. Kedim olur kendileri. Adı gibidir ama benden daha içlidir. Ben bir kez ağladım mı hemen gözyaşlarımı yalayarak temizlemeye ve bir anlamda yanındayım mesajı vermeye gelir...
Kelimeler tıkanıyor bazı yerlerde. Farkındayım artık yazamıyorum. Gündem beni her defasında kilitliyor. Ama söyler misiniz bana böyle bir gündem es geçilebilir mi sizce? Kansere burun kıvırılabilir mi? Kansere yakalanmış değerli ve ayrıca anlamlı insana "neden bu yaşında kanser oldun arkadaşım?" denilebilir mi hiç! İnsanın kilitlenmesi çok normal değil mi ha?
O şu anda ne yapıyor? Şu anda, şimdi, şimdi... Nazım usta bu mısraları dizdiğinde unutulmaz aşkı Piraye'ye olan pişmanlığını, onun üzerinde bıraktığı etkiyi o kadar güzel özetliyor ki... Bir yandan da yanında olma isteğini haykırıyordu dosta düşmana. Peki ya ben?
Bir dostun, bir sevgilinin, bir kardeşin başından geçen şu tatsız olayda bile yanında duramayacak kadar çekingen olmamın sebebi sizce de çok bariz değil mi? Neler ettim be, neler ettim de bu hale getirdim olayları... Şimdi ise dünyalar vereceğim kadına yanındayım bile diyemiyorum. Koynumda ağlamasına belki de ihtiyacı olmasına rağmen bunun önüne geçiyorum. Belki de kafası çok nettir. Belki çok olgundur ama bilirim onun narin yüreğinin sarsılmaz dağlarını.
İrkilen bir kuş gibidir o. Sessizce uçar, yaşlarını rüzgar siler bilirim.
Böyle bir durum içindeyim. Merhaba filan demiycem artık söz. Ne olur, ne olur bir daha böyle hatalara düşürme beni artık Karabasan. Sevdiğim ve değer verdiğim insanın yanında olmayı bile kendime yakıştırmadığım bir çöküntüye düşürme beni bir daha.
Kanser nedir, ne değildir, nasıl iyileşir, hayatta kalma olasılığı nedir filan gibi soruların hepsini bir tarafa at! Böyle bir gündemin varlığı bile insanda ciddi problemler doğuracaktır bilirim... Biz hala kendi, yanan mahallenin alevini ışık niyetine kullanan orospu misali, derdimize düşelim. Dünyadan bir dost geçiyor, selamı esirgeyelim... Olmadı be, yine olmadı.
Fakat biliyorum ablacım, iyileşeceksin. Hem de öyle iyi olacaksın ki ömrünün sonuna kadar sana dokunamayacak bir daha bu lanet meret! Güçlü birisisin. Yıllarca kendi ayaklarının üzerinde durmayı bildin. Bunu da atlatacaksın biliyorum! Ve can-ı gönülden inanıyorum!
Evet, sana da bir çift sözüm var, ayakta kalmayı senden öğrendim. Yanında olup derin sessizliğine, belki de hayatının en güzel çağında karşılaştığın, üst üste gelen bölünme-ayrılma-kanser üçlemesine seni yalnız bir şekilde ittiğim için son derece öfkeli de olmana rağmen, ayakta kalacağını ve güzelliğini perçinleyerek yaşamaya devam edeceğini biliyorum! Sen hayatına değdiğin insanların direği oldun, o evin de direğisin ayrıca. İnsanlar seni takdir ediyor, yüceltiyor. Ben ise hala yerlerde saklanarak kaçıyorum senden köşe bucak...
Kızma bana diyemeyeceğim. Öyle ya şimdi değilse ne zaman?
Affet de diyemeyeceğim. Ödlek birine dönmüşcesine her gün yolumu değiştirmem bundan kaynaklanıyor. Senin yanında olamadım. Elinden tutamadım. Yüzüne bakıp derin bir oh çekemedim, çektiremedim. Ne olur affetme beni. Yoksa yine yaparım...
Sen ki sokak çocuklarını bile kıskandıracak bir mutlu gülücüğü hak ediyorsun. Yüzüne o kadar yakışıyordu ki o gülücük. Sadece sevimli değil, son derece güçlü ve kararlı da kılıyordu seni o halin. Özledik be... Yolunu da gözledik... Ama kadere söz geçiremiyorum. Hiç bir şeye hazır değilim. Ne zaman istersen gelirim ama istemeyeceğini de bilirim...
Çok saçmaladım evet. Yine çok saçmaladım. Bu sefer ki gerçekten saçmalıktı. Kanser her insanda aynı etkiyi bırakıyor sanırım. Çok özür dilerim... Kansere sebebiyet veren benim, tümörün kendisi benim. İşte bu yüzden kestim attım kendimi senden...
Yine geldik bir yazının daha sonuna. Yazı sonlarını bağlamakta çok beceriksizim biliyorum. Bu seferki ise gerçekten beceriksizlikten değil, nutkumun tutulmasından kaynaklı inanın...
Ben gidip bir paket peçete daha alayım en iyisi...
O sırada sesini açayım anlamlı parçanın...
İşte o olmamalıydı. Bir aileyi darmaduman eden, insanların hayatlarına düzgün devam etmelerini bile engelleyen, sağlıklı düşünmeyi, sağlıklı yaşamayı ve sağlıklı iş yapabilmeyi bile imkansızlaştıran o acı olmamalıydı işte. Haftalardır içimde tuttuğum, hüznüne ortak olamadığım için müthiş bir utanç duyduğum olay bir kez daha yakaladı beni. Ben hassas bir insanım abicim. Ben duygusal bir insanım. Bu tür şeyler beni ciddi anlamlarda geriyor, mutsuzlaştırıyor, umutsuzlaştırıyor.
Düşünün ki 30 yaşlarında bir kadın, ömrünün baharında, hayatının belki de en canlı geçeceği bir dönemde umut yıkıcı, kahredici bir süreçten geçiyor. Evet, bildiniz, kanser. Ayrıntıları çok da önemli değil fakat bu düzen sağlığımız üzerinde son derece tehlikeli oyunlar oynuyor. Bir trafik kazasına bu kadar itiraz ederim bir de bu tür garip ve nedense önlenemeyen hastalıklara...
İçim yandı. Burukluğuma ve hüznüme şahidimdir dört duvar. Hatta Çirkef de şahittir. Kedim olur kendileri. Adı gibidir ama benden daha içlidir. Ben bir kez ağladım mı hemen gözyaşlarımı yalayarak temizlemeye ve bir anlamda yanındayım mesajı vermeye gelir...
Kelimeler tıkanıyor bazı yerlerde. Farkındayım artık yazamıyorum. Gündem beni her defasında kilitliyor. Ama söyler misiniz bana böyle bir gündem es geçilebilir mi sizce? Kansere burun kıvırılabilir mi? Kansere yakalanmış değerli ve ayrıca anlamlı insana "neden bu yaşında kanser oldun arkadaşım?" denilebilir mi hiç! İnsanın kilitlenmesi çok normal değil mi ha?
O şu anda ne yapıyor? Şu anda, şimdi, şimdi... Nazım usta bu mısraları dizdiğinde unutulmaz aşkı Piraye'ye olan pişmanlığını, onun üzerinde bıraktığı etkiyi o kadar güzel özetliyor ki... Bir yandan da yanında olma isteğini haykırıyordu dosta düşmana. Peki ya ben?
Bir dostun, bir sevgilinin, bir kardeşin başından geçen şu tatsız olayda bile yanında duramayacak kadar çekingen olmamın sebebi sizce de çok bariz değil mi? Neler ettim be, neler ettim de bu hale getirdim olayları... Şimdi ise dünyalar vereceğim kadına yanındayım bile diyemiyorum. Koynumda ağlamasına belki de ihtiyacı olmasına rağmen bunun önüne geçiyorum. Belki de kafası çok nettir. Belki çok olgundur ama bilirim onun narin yüreğinin sarsılmaz dağlarını.
İrkilen bir kuş gibidir o. Sessizce uçar, yaşlarını rüzgar siler bilirim.
Böyle bir durum içindeyim. Merhaba filan demiycem artık söz. Ne olur, ne olur bir daha böyle hatalara düşürme beni artık Karabasan. Sevdiğim ve değer verdiğim insanın yanında olmayı bile kendime yakıştırmadığım bir çöküntüye düşürme beni bir daha.
Kanser nedir, ne değildir, nasıl iyileşir, hayatta kalma olasılığı nedir filan gibi soruların hepsini bir tarafa at! Böyle bir gündemin varlığı bile insanda ciddi problemler doğuracaktır bilirim... Biz hala kendi, yanan mahallenin alevini ışık niyetine kullanan orospu misali, derdimize düşelim. Dünyadan bir dost geçiyor, selamı esirgeyelim... Olmadı be, yine olmadı.
Fakat biliyorum ablacım, iyileşeceksin. Hem de öyle iyi olacaksın ki ömrünün sonuna kadar sana dokunamayacak bir daha bu lanet meret! Güçlü birisisin. Yıllarca kendi ayaklarının üzerinde durmayı bildin. Bunu da atlatacaksın biliyorum! Ve can-ı gönülden inanıyorum!
Evet, sana da bir çift sözüm var, ayakta kalmayı senden öğrendim. Yanında olup derin sessizliğine, belki de hayatının en güzel çağında karşılaştığın, üst üste gelen bölünme-ayrılma-kanser üçlemesine seni yalnız bir şekilde ittiğim için son derece öfkeli de olmana rağmen, ayakta kalacağını ve güzelliğini perçinleyerek yaşamaya devam edeceğini biliyorum! Sen hayatına değdiğin insanların direği oldun, o evin de direğisin ayrıca. İnsanlar seni takdir ediyor, yüceltiyor. Ben ise hala yerlerde saklanarak kaçıyorum senden köşe bucak...
Kızma bana diyemeyeceğim. Öyle ya şimdi değilse ne zaman?
Affet de diyemeyeceğim. Ödlek birine dönmüşcesine her gün yolumu değiştirmem bundan kaynaklanıyor. Senin yanında olamadım. Elinden tutamadım. Yüzüne bakıp derin bir oh çekemedim, çektiremedim. Ne olur affetme beni. Yoksa yine yaparım...
Sen ki sokak çocuklarını bile kıskandıracak bir mutlu gülücüğü hak ediyorsun. Yüzüne o kadar yakışıyordu ki o gülücük. Sadece sevimli değil, son derece güçlü ve kararlı da kılıyordu seni o halin. Özledik be... Yolunu da gözledik... Ama kadere söz geçiremiyorum. Hiç bir şeye hazır değilim. Ne zaman istersen gelirim ama istemeyeceğini de bilirim...
Çok saçmaladım evet. Yine çok saçmaladım. Bu sefer ki gerçekten saçmalıktı. Kanser her insanda aynı etkiyi bırakıyor sanırım. Çok özür dilerim... Kansere sebebiyet veren benim, tümörün kendisi benim. İşte bu yüzden kestim attım kendimi senden...
Yine geldik bir yazının daha sonuna. Yazı sonlarını bağlamakta çok beceriksizim biliyorum. Bu seferki ise gerçekten beceriksizlikten değil, nutkumun tutulmasından kaynaklı inanın...
Ben gidip bir paket peçete daha alayım en iyisi...
O sırada sesini açayım anlamlı parçanın...
Yorumlar
Yorum Gönder