(Bir önceki yazının devamı. Aslında her yazı öyle değil midir. Neyse, yazıya odaklanıyorum.)
Ölümün soluğu filmindeki efsanevi bakış açılarından biri belki bana antitez olarak sunulabilir. Fakat bu da benim isyanımın gerçekliğine bir dermandır. İzlemeyeniniz varsa tezelden açıp baksın.
Ölümün soluğu filmindeki efsanevi bakış açılarından biri belki bana antitez olarak sunulabilir. Fakat bu da benim isyanımın gerçekliğine bir dermandır. İzlemeyeniniz varsa tezelden açıp baksın.
Bir grup Yahudi toplama kampındadır ve
ertesi günlerde gaz odalarına gönderilecektir. Bu arada son derece
eğitimli kişilerin de olduğu enteresan bir koğuş mevcut. Aralarında üst düzey
hukukçu, yanlış hatırlamıyorsam bir fizik profesörü, yüksek eğitimden geçmiş
bir kaç kişinin yanında haham da var, köylü de. Aralarında geçen bir
tartışmadan sonra bir mahkeme kurup tanrıyı yargılama işine girişirler. Tahmin
edeceğiniz gibi, onu suçlu bulurlar. Fakat yine de cezasını vermezler tanrının.
Tanrının elindeki güçten korkup tanrının gücünün verdiği merhamete sığınarak
yine dualarını okuyarak giderler gaz odalarına.
Yani, tanrının bir gücü olmasaydı, ne
kadar seveni ya da inananı olurdu? Aba altından sopa göstermezse bir tanrı,
nasıl kendine inanacak kitle bulur?
O zaman cevabımız basittir: tanrının yargılanmasının önündeki tek
engel korkudur. Hani şu insani olan korku. Bu korkunun somutta bir karşılığı
var mı? Elbette var. Güç. Sermayeyi, dini ya da siyasal erki elinde
bulunduranlardır tanrı. Tayyip bu ülkenin tanrısıdır mesela. Ha bana sorsan
Tekelci Ahmet başkandır. Mesela kimdir tanrı? Fethullah gülendir. Başka? Koç
grubuna mensup herhangi biridir. Mesela sabancıdır. Kimi zaman torunlar
inşaattır, kimi zaman soma maden işletmeleridir. Kimi zaman da ali ağaoğludur.
Herkesin tiksineceğine emin olduğum Melih Gökçek'tir Ankara'nın tanrısı. Tüm
ahlaki kuralları onlar belirler, yaratıcı onlardır, koordinatör onlar. Her
mevzuya dini bir vecip yerleştirerek insanların "ahlaksızlaşmasını"
engellemeye çalışanlar yine onlardır.
Tüm şehri 11'de uyutan Gökçek, alem gecelerinde kaybolabilir.
İsterse biri hesap sormaya kalksın, o alkolik değildir. Onun içtiği rakı da
değildir hatta, halis muhlis çeşme suyudur. Hani şu zehirli olanından. Adam
şehri için sabahlara kadar su içiyor daha ne yapsın?
Tanrının soruşturulamaması,
yargılanamaması ve cezalandırılamaması düşüncenin önündeki en büyük
engellerdendir. Azıcık sorgulayın ve ondan sonra gidip yapın ibadetinizi.
Ne tür cezalar verme hakkımız var peki? Benim aklıma birkaç tane
geliyor. Birincisi, tanrının unuttuğu yerlerdekiler özellikle yapmalı bunu,
tanrıyı unutun. Ona selam vermeyin mesela. Erişemesin size. İkincisi,
silebilirsiniz tanrıyı. Ya da kişiliksizleştirebilirsiniz. Üç: intihar etmesini
emredin tanrınıza. Hiçbir şey beceremiyorsanız, aranızdaki problemleri daha
ayrıntılı düşünecek fırsatınız olması için tanrıdan, sizi bir müddet yalnız
bırakmasını rica edin. Ama üçüncü yolu izleyecekseniz kesinlikle ricacı olmanız
gerekiyor. Aksi takdirde kavuşamazsınız
bir daha. Hayat boşluk tanımıyor. Sizde mutlu olamayınca o da başkasına gider.
Benden demesi.
İnsan tanrıyı kendi suretinden yarattı. Toplum içinde kibirli
insanlar sevilmezler. Fakat bunlar kendini toplumdan soyutlayıp yükseldikçe seveni
çok olur ilginç şekilde. Doğrudan değmez çünkü insan hayatına. Tanrı kibrin tanrısıdır
adeta. Dokunulmaz olduğu kanaatine buradan da varıyor aslında. Kibrinden. Onu en zayıf yerinden yakalayabilirsiniz.
Son olarak, tanrının unuttuğu yerde olmaz tanrı, tanrı orayı
unutan yerdedir. Belki şehir hayatından uzak, güvenli bir bölgede inzivaya
çekilmiş de olabilir. Fakat tanrı asla uğramaz unuttuğu yerlere. Suretinden bir
iz bırakıp kaçar.
Yorumlar
Yorum Gönder