Ana içeriğe atla

Tanrının unuttuğu yerler

Sıklıkla kullandığımız bir dil alışkanlığımız var. Şehir hayatına kendimizi öyle kaptırmışız ki, her şeyin erişilebilir ve elimizin altında olmasını isteriz her daim. Bunlara erişimin kısıtlı, zor ya da engelli olduğu durumlarda ise sıklıkla "Allah'ın unuttuğu yer" diye tanımlarız. Dün bir arkadaşla sohbet ederken aydım meseleye biraz da. Evet, burada tanrı, kent yaşamı oluyor. Tümcenin öncesindeki diyalogların da belirleyiciliğinde olmak koşuluyla, genellikle tanrı atfı yapılan kent yaşamıdır. Aslında olanaklara erişmek de diyebiliriz. 

Erişilebilirlik...
Şu an tanrının unuttuğu yerde olmak isterdim. Fakat buna gerek yok. Yapmam gereken şey çok basit; kendimi unutmam.

Yanlış duymadınız. Tanrı benim. Tanrı sensin. Tanrı o. Herkes kendi tanrısını yaratır aslında. Hadi gelin bu provoke edici konuyu birlikte işleyelim.
Baştan söyleyeyim, dini inancıma hakaret vs diyecekseniz bu yazıyı kapatın ve doğrudan bir savcının önüne koyun. Çünkü bundan sonrası bunların tümünü içerir.
Tanrı'nın unuttuğu yerlerin neden süreklileşmiş bir muhafazakar yaşamı var? Neden hep gericiliğin olduğu yerler tanrının unuttuğu yerlerdir? Bu sorunsala bir sosyolog edasıyla dışarıdan yaklaşmayacağım. Aksine içeriden bir ses olarak cevaplamaya çalışacağım.

En genel anlamıyla tanrı nedir? Bir yaratıcı, düzenleyici, koordine edici. Sanırım bu üçü yeterli. Sadece islamda benim şahit olduğum yüz sıfatı var tanrının. Bunun yanına semai olmayan dinleri de eklersek, mesela her putun tanrının bir parçası olduğu inançları, ya da her firavunun ayrı bir tanrı olanları, epey tanımı çıkar ortaya tanrının. O da mı kesmedi? Sonsuz sayıda tanrıya sahip muazzam zenginlikteki Yunan mitolojisine de bakabilirsiniz. Tanrıya atfettiğin önem, tanrıya olan ihtiyacına göre değiştiğine göre kimin daha güçlü tanrıya ihtiyacı varsa en iyi tanrı tanımını onlar yapmıştır. Bugün de durum bunun yansımasıdır. 3 semai din(erki göklerde arayan - isevilik, musevilik ve islam) dünyanın (şu an tamamen sıkıyorum) %80'i filan ediyordur. Ve bana kalırsa en girift, en ayrıntılı ve baba tanrı tanımını bunlar yapıyor da ondan dolayı.

Konuya dönelim. Evet, tanrı bu üçüdür. O zaman tanrının da bu tanımlamalara göre bir yaşamsal faaliyetinin adının konması gerek. Örneğin, yaratıcı sıfatının vermiş olduğu bazı sorumluluklar vardır. İşte buna itirazım var. Ben şayet bir tanrıya sahip olsaydım emin olun onu suçlarından ötürü mahkum ederdim. Sorunsalımız şudur: tanrı neden hiç ceza çekmiyor? Her şeyin bir bedeli olmalı ama değil mi? Kam on müzlimss.

Ben birini incitince cezamı çekeceğim ama tanrı beni sınamak için bana işkence yaptığında ona bedelini ödetemeyecek miyim?
Duyuyorum olası cevapları. "Tanrı her şeyin en iyisini bilir." Herşeyin en iyisini biliyordu benim tanrım gerçekten de. Bana karşı işlediği suçlardan ötürü intihar etti. Benim bir tanrım yok. Tanrı benim. 
Ben günah işleyebilirim ama bedelini öderim. Tamam, eyvallah. Adalete bilinen ilk yaklaşımlardan biri de olsa nihayetinde itiraz etmeyeceğim. Peki ya tanrı? Beni yarattı. Önüme kader çizgisinde bir yol çizdi ve benim yolum işkencelerle dolu. Bana bu yolu çizen tanrıyı da ben yargılıyorum. De ki yargıladım daha doğrusu. Ben ona hak ettiği cezayı veremeyeceksem ne anlamı kaldı yargılamamın? Aramızdaki ilişki hiç adil değil. Bana karşı suç işlemiş. 

Mesela bir de başka günahı var tanrının. Hristiyanların tanrısı zina suçlusu. Neden yargılanmıyor? Buna gelecek cevapları da biliyorum. "Meryem ve İsa yaşadıkları acı tecrübelerle bedelini ödediler zaten bunun." Yok hayır, suç Meryem'de ya da İsa'da değil, tanrının ta kendisinde. O çeksin cezayı. Ya da bizi zina ile suçlamaktan vazgeçsin.
(Devamı ikinci yazıda...)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğum günü şeysi - 3 Temmuz

Yıllar önce, 1990 yılında, bir 1 Temmuz gününde, yolların açıldığı, karın eridiği, havanın ılıştığı ve insanların dinçleştiği bir yaz günü karısına selam vermeksizin içeri girdi Mehmet. Yemeğini yedi. Çocukları azarladı. Karısı da payını aldı bundan. Yemekleri eleştirdi. Ama ne eleştiri. Küçük çaplı sevimli bir terör estirdi. İstemeden, el alışkanlığıyla karısına da bir tane çakıverdi. Hiç sevmezdi kuyruk yağı olmayan bulgur pilavını. Kaç defa söyledi, olmayınca istemsiz şekilde vuruverdi omuzuna kadının. *** Çocuklar bunu görünce bir anda tüm şımarıklıklarını kestiler. Artık onlar için zaman daha ağır akmaya, kuşlar ötmemeye, kuzular melememeye, kar altındaki topraktan başını çıkaran yılanlar toprağın altına geri dönmeye, yerdeki halıların desenleri dans etmeye, gözleri cansızlanmaya, babaları büyümeye, bir önceki gün marketten çaldıkları bisküvileri süte kırarak gizli gizli yeme fikirleri iyiden iyiye kaybolmaya ve bu fikrin yerini annelerinin yaptıkları kuyruk yağsız bulgur p...

Gecenin gözü

Gecenin gözü gördü, Çıkıp konuşsa, anlatsa her şeyi Senin hakkını sana, Benim hakkımı bana... Duvarlar bile daralıyordu, Sen ağlayınca. Bak şimdi nasıl da görünüyor Gökyüzü ferah ferah. Yıldızların altında gibi açık göğümüz. Koyun koyuna... Sıcacık...

Yetişkin eğitiminden yaşam boyu öğrenmeye geçiş - Bir eğitim makalesi

Eğitim, öğrenmenin sistematikleştirilmiş halidir. Öğrenmeye göre çok daha dar bir kavram olan eğitim kavramı daha gelişkin mekanizmaların kurulabilmesi için daha gelişkin bireylere ihtiyaç duyulmasından kaynaklı ortaya çıkmış bir kavramdır. İlk olarak Fransız sanayi devrimiyle somut düzlemde ele alınmaya başlanan bu gerçeklik kendisini fabrikalarda makineyi kullanmayı bilen eleman ihtiyacında göstermiştir. Makine kullanımının ve iş yönteminin öğretilmesinde karşılaşılan zorluklar, tarihin ilk burjuva devriminde öğretimi halk için sistematikleştiren yaklaşımı, yani eğitimi doğurmuştur. Sanayi devriminin öncelerinde bilgi aktarımlarını gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek adına kurulan çeşitli kurumlar(kiliseler, camiler, manastır ve medreseler vb.) faydacı özellik gütmemesinden dolayı modern eğitim kavramına tam olarak denk düşmemektedir. Bu surette eğitim; faydalar çerçevesinde sistematikleştirilmiş öğrenmelerdir diyebiliriz. Bu noktada eğitim kavramıyla yetişkin kelimeleri yan yan...