Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

beni gece terk etme

"Beni geceleri terk etme. Korkarım gece terklerinden. Kendimi aldatilmis, kandırılmış ve çaresiz hissederim. Güçsüzleşirim. Sevemem bir daha kimseyi. Gece terki uzun yolda arıza yapan araca benzer. Zamansız, baş agritici, mide bunaltici, yorucu ve sinir bozucu. Gereksiz zaman kaybı. Gerekli zaman kaybı var mı diye sorma. Cevaplamak istemiyorum. Ille de terk edeceksen sabaha kadar sabret lütfen. Beni yataktayken terk etme. Sen her yataktan çıktığında yüreğimin ağzıma gelmesinden bıktım. Artık evi ve beni terk edislerine sahit olmak istemiyorum. Gideceksen ille de, uykuya daldiktan sonra terk et. Sabahı beklemene de gerek yok. Ne yaptığından emin değilsen şimdiye kadarki hatalarını tekrar etme yeter. Ben anlarım. Seni seviyorum diyebilirsin. Aşk bir hayır kurumu değil. Bit kitle iletişim aracı da değildir. Ne olduğunu bilemem, burası da kafası karisiklarin danışma merkezi değildir. Lütfen ne yaptığından emin değilsen beni sinama. Her durumda terk edilen ben olacağım. O halde beni ke...

Sufle

Siz her şeyi doğru yaptığınız için ne yapacağınızı çözebilirken biz, biz bunalımda olduğumuz için terk eden siz...

Sufle

Duymak istemediğim şeyler söyle yine. Sert oyna benimle artık. Madem bu kadar meraklısın, şaşırt beni yine. Görmek istemediğim seyler göster bana. İçine düşmekten deli gibi korktuğum hallere düşür beni yine. Hadi al bak, sana büyük fırsat. Kendini ispatlamak istemiyor muydun? En iyi bildiğin şeyle ilgili sana kendini ispatlama şansı veriyorum. Hadi, kacirma bu fırsatı. Yik geç beni bir kez daha.

İngilizce sayı sayma tekerlemesi

Çok hoşuma gitti, paylaşayım da Amerikalılar bunları görünce sevinsinler :) one, two buckle my shoe three, four knock at the door five, six pick up sticks seven, eight, lay them straight nine, ten, a big fat hen eleven, twelve, dig and delve thirteen, fourteen, maids a’courting fifteen, sixteen, maids in the kitchen seventeen, eighteen, maids a’waiting nineteen, twenty, my platter’s empty …

Kayboluş

İnsanı bir garip hüzün sarıyor. Hiç bir şeye hayranlık duyumsayamadığını fark ediyorsun. Her şey insan yapımı. Doğal olanlar da zaten varlar. Hiç bir şeyin seni şaşırtmadığını fark ediyorsun. Bir oyun, yeni bir icat, teori, buluş, şiir, roman, yere düşen yaprak, sararmış bir sonbahar, günlük güneşlik bir yaz, bisiklet sürmeyi öğrenen bir çocuk, eylemci döven polis, korkan iktidar yetkilileri, sokağın her yanını tutmuş siviller, bir kaç lüks için kapatılmış bir yol, sıra beklemek, işe gitmek, yeni şeyler öğrenmek, birileriyle sohbet etmek ve aklınıza ne gelirse. O zaman sizin hüznünüz her şeyden kıymetlidir. Öfkenizden bile. Üzülürsünüz. Kendinize. En çok da kendinize. Hiç bir şey yerinizden kalkmaya itemez sizi. Oblomovlaşır, Özal'laşırsınız. Ansızın dinlediğiniz bir şarkıyı ne kadar sevdiğinizi düşünürsünüz. Tekrar dinlersiniz. Tekrar. Tekrar. Sonu gelmeyen tekrarlar, o şarkıyı sığınaklaştırdığınız gerçeğini suratınıza vurur. Canınız yanar. Kaçmak için aynı şarkının ırzına geçeri...

Altın ve çamur diyalektiği

Altın çamura düşünce değer kaybetmez. Doğru bir söz. Çünkü gerçek. Kaldı ki altının geldiği yer çamurun ta dibiyse, hepten doğrudur. Altın madenciliği dünyanın en zor madenciliklerinden biridir. Çıkarması ve saflaştırması son derece zor, işlemesi ise son derece kolaydır. Bu yüzden yüzyıllardır kıymetli eşyaya girer. Hatta insanlık tarihinde kıymet-para kavramlarının doğrudan altınla çıkmış olmasına dair de epey rivayet mevcut. Altın doğada saf halde kolay kolay bulunmaz. Elde edilen altın miktarının önemli çoğunluğu toprakla ve toprağa has kayaçlarla iç içedir. Kalaverit, silvanit, krennerit, bakır ve kurşun minerallerinde eser miktarda bulunmakla birlikte volkanik kuvarsların içinde ve akarsu yataklarında kumlu toz ve külçe halinde de bulunabilir. Tüm bunlara çamur diyoruz. Çünkü özel işlem görmemiş herhangi bir toprak parçasından elde edilen çamurda bu mineraller ve kayaçlar muhakkak bulunur. Buradan yola çıkarsak, evet, altın topraktan, yani çamurdan gelmektedir. Fakat önemli bir a...

Hayat yapanlar, gözyaşı asanlar

Bir kez daha kafamı buluyorum. Ellerimle yoklayarak. Başka nasıl bulunabilir ki kafa? Bu çaresizlikte, bu yalan rüzgarında, bu fırtınalı düzlemde, savrulup duruyorken hele. Hala benimle olduğuna emin olmak için her sabah ilk önce kafamı buluyorum. Alıp yerine koyuyorum. Sonra kollarımı, bacaklarımı ve bir önceki gece fırtınada savrulan diğer uzuvlarımı. Burada da karmaşa çıkabiliyor. Mesela kafayı bulduğumda beyni bulamayabiliyorum. Ha keza kalbimi bulduğumda yüreğimi. Evet, bazen kendimi de bulamıyorum. Lanet Bayram, hangi yalanın arkasına saklandıysa. Bazen acıkıyorum, kafayı yerken buluyorum kendimi. Normal insanları hiç anlayamıyorum. Onlar da sürekli kafayı yediklerini iddia ediyorlar ama sinirliyken. İnsan sadece acıktığında yer. Ha bazıları var ki kafayı bazen şaşkınken ya da şoktayken, ne bileyim korkuyorken, çok seviyorken, sevgisinden emin olmadıkları bir sevgilileri varken yiyorlar. Yanlış yaptıklarını birilerinin anlatması lazım onlara. Sonra vay efendim obezite neden var...

Kararsızlığım seni

Seni. Seni gözlerimin içi seni. Seni gönlümün hayta tarafı. Seni aklımın kuytu köşesi. Seni dinginligimin sesli yanı. Seni karanligimin dipten gelen sesi. Seni içimde kırılan can parçası. Özlemek, hissetmektir eksikligini bir çift nefesin. Sevmek, arzu etmek en sessiz sevdiliginle bir şarkıyı. Istemek, yasamin hiç olmayan arzusu. En çok da seni. En çok da seni. En çok..

Sen bilmesen de, işler böyle yürür bu semtte

Yaşamların sustuğu, Suyun çekildiği, Çeliğin susayıp demirin erdiği bir çağda; Yitip giderken insanlığımız, Biraz daha insan oluyor, Biraz daha bağırıyor ve Biraz daha seviyoruz. Bir çiçeğin boyun buüktüğü Bir kedinin yavrusunu yediği, Akrebin incelik, Yılanın pazarlık, Çakalın insanlık yaptığı bir aurada, Yürüyorken ayaklarının üstünde bir bebek, Biz dövüşerek sevmeye aşina olduk. Ne garipsin ey insan, Ne diye korkar durursun en beklediğin andan! Ne diye soğur, ne diye utanirsin insanlığından! Utandirirlar üstadım. Mesele neyden utandığında değil, nasıl utandığındadır! Seviyorum bir sodayi kavrar gibi seni. Seviyorum bir kavganın içindeyken düşünmeyi güzelliğini. Bir o kadar da korkuyorum. El kitap! Ben de insanım. Her insan gibi!

Bir garip metro hikayesi

Eli yüzü düzgün ve göründüğü kadarıyla                           "herhangi bir sorunu olmayan" insanlar metroya bindiler. Otuzlarında gösteren iki bakımlı hanımefendi idiler. Biner binmez etrafı süzdüler. Gözlerini sadece beyaz koltuklara diktiler. Birinde hamileler,       birinde yaşlılar,             birinde bebekli kadınlar,                  birinde de genç kadınlar gördüler. Kadınlar yirmilerindeydiler. Sadeydiler. Mütevazıydılar ve kitaplıydılar. Ayaktaki süslüler, oturan süssüzleri süzdüler. Hızla yanlarına gittiler. Metro da deli gibi bir curcunada,        mübarek sanki bir kiler. Ellerini çantalarına götürüp bir şeyler kurcalarken,        bir yandan da hızla oturan süssüzlerin önüne gittiler. Ellerini nihayet çıkardılar. Süssüzlerin önündeydiler. Engelli kartını göst...

Yarım kalan öykü diye bir şey yoktur

Yarım kalan öykü dediğimiz şey, eşyanın tabiatına aykırıdır. Ya komple tozlu raflara kalkar ve ölene kadar orada kalır, ya da kafa toparlanıp o öykü bitirilir. Her öykü bir o kadar ya yarımdır ya da. Nefes alışverişimiz devam ettiği müddetçe elbet bir şeyler yarım kalacak. Benden bu kadar artık. Godot'yu beklemenin alemi yok. Bu öykü ya bitecek, ya da bir daha suratına bakılmamak üzere tozlu raflara atılacak Geç kalınmışlık. Her şeye olduğu gibi bu trene de geç kalınmışlık. Hem artık devir değişti, insanlar daha güçlü motorlara biniyorlar, tren mi kaldı? Atıyorum artık bu öyküyü tarihimin tozlu raflarına. Giden benden gitmiyor mu? Kime ne? Mustafa Kemal'in ünlü vecziyle uğurluyoruz bu öyküyü: geldikleri gibi gitsinler madem.

Arsız dünya - II

Fatma elini duvara vurdu, eli beyaz oldu. İçeriye biraz baktı. Odalara. Gitti hemen oyuncaklara daldı. Annesi onu çağırdı. Bak, dedi, burada ne var. Renkli televizyon. Henüz şimdiki kadar burjuva boku saçmasa da yeterdi ev ağasının pisliğini kapatmaya. Oyunlara daldı Fatma. Çizgi filmlere daldı. O kadar mutluydu ki, çünkü hayatında hiç oyuncağı olmamıştı. Üstelik çizgi filmi de ilk defa renkli izliyor, kahramanların renklerine bayılıyordu. Çocuktu. Kandırdılar Fatma’yı. Annesi üstüne kilitledi kapıyı. Sonra ikna turunun ikinci adımı başladı. Bu sefer Selahattin içeri girecek, ürkütmeden gönlünü almaya çalışacaktı kızı. Bu kısımda oldu mu, tamamdır evlilik işi. Devlet Su İşleri’nde çalışıyordu Selahattin. Anlatılana göre hapis yatmış, işkencelerde kafayı tırlatmıştı. Herkes öyle diyordu onun için. Hikayenin ne kadarı doğru bilinmez lakin tırlak olduğu kesindi. Davranışları son derece kontrolsüz, öfke kontrolü olmayan, hayatta tutunacak bir dal arayan, içindeki çocuğu bir türlü öldü...

Monologlar

- Lan Bayram, o kadar kustun kinini, nefretini, öfkeni. Ee, oturdun mu yine kendi kıçının üstüne? + Tamam, uzatma. - Neyi uzatma olm! Bile bile lades diyen sen değil miydin? Kaçan sen değil miydin gerçeklerden? Bir kadın gelip beni kurtaracak diyen sen değil miydin? + Ne yapabilirdim başka? Kendimi dünyaya kapatarak mı yaşama devam etseydim? Artık zamanı gelmişti bir şeyler yaşamanın. - Bırak şimdi. Bana ajitasyon çekme! Senin ciğerini bilirim ben. Şimdi eskisinden daha kötü oldun. Bok mu vardı kendini düzeltmeden gittin atladın? Hem de başına gelecekleri bile bile. İç çelişkilerini çözemedin de başkalarınınkine mi taktın kafayı? + Yıprandım. Yalnızlık beni tüketiyordu. Bir çare gerekti bana. - Bana maval okuma! Kendinle hesaplaşmanı bitirmeden dünyaya daldın. Bak, yine benimle başbaşa kaldın. + Hiç bitmiyor ki o hesaplaşma. Çözümü yok ki hiç bir şeyin. Yapabileceğimi zannettim.İhtimale aldandım. Çünkü içinde bulunduğum noktadan bakınca gözüme öyle güzel göründü ki...

Arsız dünya

Adı: Fatma.        Yaşı: 13. Adı: Selahattin.   Yaşı: 44.  Bu ikili birbirinin nesi olabilir? Mesela baba kız. Mesela çok zorlasak abi kardeş. Mesela dayı yeğen. Ya da öğretmen öğrenci. Türetebilirsiniz. Aklı normal çalışan hiç kimse bu ikilinin karı koca olmasına ihtimal vermez değil mi? Yıl: 1994          Yer: Türkiye. İsimler, yıl ve yer dışında verilen tüm bilgiler gerçektir ve mağdurun ağzından çıkmıştır. - Çok güzel kızın var. Maşallah çalışkan da. Ne dersin? Bizim oğlan da bi dikiş tutturamadi. Verir misin kızı? + Mahmut ağa,  veririm vermesine de daha çok küçük kız... - Canım bizim oğlan da aptal değil ya. Ilk kanama geçirmeden gerdek yapmaz olur biter. + Olsun. Hem senin oglanin aklı başında değil. Kıza zarar verir. - Iki inek, bir öküz, on tam yedi de çeyrek altın veririm sana Mehmet. + Ya dediğim gibi kız küçük. - Yahu tamam iki tane de koyun vereyim. + Bizim kınalı koç geçen kurbanda gitti. Ayrıca sen...

Seni sevmek ölümün diğer adıydı, ben yaşamayı seçtim

Yaşamayı seviyorum. Yaşıyorum. Odun gibi değil, Sığ değil. Anlamsız değil. Lümpen değil. Durgun değil. Asla umarsız ve umursuz değil. Yaşamak bir pırlantada değildir. Kaliteli mekanlarda boy göstermek değildir. Bütün fantezilerini yaşamak değildir. Yaşamak hele ki dünyanın etrafında dönmesi hiç değildir. Yaşamak yaşamaktır. Anlamlı kılmaktır. Paylaşmaktır. Merak etmektir. Merakın peşinden gitmektir. Sadakattir yaşamak. Sadık olmak zorundasın. Çünkü birikim yaptırır yaşamak. Tecrübe katar. Kişilik katar. Kalite katar. Bu birikimlerine sadık kalarak yaşamak zorundasın. Sınırlarını bile ancak bu birikimin üzerine basarak zorlarsın. Yine sadıksındır aslında. Sadakat anlamlı bir şey. Dans etmektir yaşamak. Sevgiliyle yapılanı şahanedir. Rakı masasında kaybolmaktır buğulu gözlerle. Dağlara çıkmak, gezmek, ilgilenmek, değmek, mücadele etmek. En çok da sevmektir yaşamak. Sevdin mi de adam gibi olacak. Gittiği yere kadar gidilecek mesela bir meselenin arkasından. Bir insan olabilir, b...

Mutsuzluk iki kişinin harcı değil

Bunu yazmam lazım dedi kendi kendine. Sık sık aynı şeyi tekrar ederek. Defalarca defalarca. Bunu yazmam lazım. Bunu yazmam lazım... Uyanır uyanmaz etrafına baktı. Kapıya baktı. Açtı, dışına baktı. Sigarasının külünü düşürdü, kafasını kaldırıp saate baktı. Telefona ve bilgisayara baktı. İkisi de kapalıydı. Açtı içine baktı. Bomboştu. Sonra gözlerini kaldırıp tavana baktı. Ne kadar çelimsiz bir döküntü olduğunu farketti. Odanın kapısını açtı, açarken torkunu hesapladı. Yağsızlıktan ses yapan menteşeye baktı. Menteşe de ona. Menteşe hep bakardı ona zaten. Gitti aynaya baktı. Yine bulamadı. En son taşa baktı. Oturdu. Kalkıp odasına döndü. Yatağa baktı, eve baktı, kendine baktı. Altını üstüne getirdi her şeyin. Bulamadı. Kitaplarına baktı, defterlerine, Tekrar telefona baktı. Döndü bilgisayara baktı. Açtı. İçi boştu. Oturdu. Kapıya baktı. Telefona, bilgisayara. Açıp açıp da hem de. Yok. Bomboştu. Denklemler kurmaya çalışırken buldu kendini bir anda. Yine mi? Her çuvalladığında muh...

Öyle işte

Oysa ne güzel severdim seni Şu cebimdeki depresan olmasa. Üstümüzden yıldızlar, Altımızdan gökyüzü Arkamızdan polisler, Önümüzden fırsatlar koşarken. Ne de güzel severdim seni ben. Bir muhtaç hikayedir hayattan bana Bir muğlak, bir mağrur. Bir gelip bir daha gitmeyen bir birlik Olmadı yine. Ölürken Yunanistan, Sevebilir miydim seni? Kahrederken Aşili birileri Davranabilir miydim umarsız bir fahişe edasıyla? Oysa ne güzel severdim seni, Şu su biraz dingin olsaydı...

Ah ah, nerde o eski bayramlar

Kesildi mi ayaklarım yerden? Evet, hem de bilekten. Uçmanın sırrını aradım durdum. İki kanat çırpıp rüzgarı okşayacaksın. Önemli kısım sona saklanmış, Püf noktalar Peki nasıl havalanacaksın? Benimki apolitik olsun lütfen. Söyle, nasıl havalanacaksın? Birileri seni kurtarmayacak, hayır, Sen mi? Ne zamandır sonunu düşünmüyorsun?! Elbet rüzgarda da savrulmayacaksın. Söyle, rotasız hangi kuş savrulmaz? Gökyüzünden sökmüşler güneşi Yoksa çalındı mı? İşi de çıkmış olabilir Peki ya başka galaksilerin yaşanılası güneşlerine ne demeli! Söyle, içine mi sakladın yoksa? Bazen hiç bir şey hatırlamıyorum. Sanırım işime gelmeyenleri hiç! Gözümü kapatıyorum. Sonra usulca açıyorum. Hiç bir şey değişmemiş. O zaman niye kapatıyorum ki, söyle? İnsan ne için yaşar? Biliyorum gına ha geldi ha gelecek Belki de kapıdadır, apartman zili çalışmıyor. Mutluluk yalanları ne kadar tatlıdır oysa. Şu dilimin dili olsa, kimbilir nasıl karışacak kemiğe. Söyle, gerçeklerde mi hayallerde ...

Memleketimden ishal manzaraları

Aha, biri aşk mı dedi, çat, ortak pp Ne, siz yeni mi sevgili oldunuz? Hemen size acilinden bir selfimania süreci Çok mu mutlusunuz? Hemen ilan etmelisiniz. Sen çekil aradan lan ayı Buraya da mı siyaset bulaştıracaksın! Sevgiliniz varken asla yalnız değilsiniz, Bir telefon kadar uzaksınız. Mesafe korunmalı. Arkadaşlar, arkadaşlar, lütfen anı bozmayın. Birazcık mutluluk, birazcık gülücük. Abicim, lütfen ama, kaldır kafanı. Ablacım oraya değil, buraya bakacaksın. Aile saadeti tadında bir Kadıköy. Ne güzeldi tonton amcalar. Bir saat uğraşırdı sırıtmayalım diye. Arkadaşın mı var? Hemen tanışalım. Aa, naz yapma ama, Daha Bukowski'ye girmedik bile. Evdeki lüks lambanın tozunu al yeter ki, Seninle her yerde sevişirim. Çok mutluyum ulan.