Ana içeriğe atla

Hayat yapanlar, gözyaşı asanlar

Bir kez daha kafamı buluyorum. Ellerimle yoklayarak. Başka nasıl bulunabilir ki kafa? Bu çaresizlikte, bu yalan rüzgarında, bu fırtınalı düzlemde, savrulup duruyorken hele. Hala benimle olduğuna emin olmak için her sabah ilk önce kafamı buluyorum. Alıp yerine koyuyorum. Sonra kollarımı, bacaklarımı ve bir önceki gece fırtınada savrulan diğer uzuvlarımı.

Burada da karmaşa çıkabiliyor. Mesela kafayı bulduğumda beyni bulamayabiliyorum. Ha keza kalbimi bulduğumda yüreğimi. Evet, bazen kendimi de bulamıyorum. Lanet Bayram, hangi yalanın arkasına saklandıysa. Bazen acıkıyorum, kafayı yerken buluyorum kendimi. Normal insanları hiç anlayamıyorum. Onlar da sürekli kafayı yediklerini iddia ediyorlar ama sinirliyken. İnsan sadece acıktığında yer. Ha bazıları var ki kafayı bazen şaşkınken ya da şoktayken, ne bileyim korkuyorken, çok seviyorken, sevgisinden emin olmadıkları bir sevgilileri varken yiyorlar. Yanlış yaptıklarını birilerinin anlatması lazım onlara. Sonra vay efendim obezite neden var. Olur tabi. Tok iken yenir mi bu meret!

Her neyse, savrulanlarımı topladıktan sonra, rüzgardan astığım eşyalarımı topluyorum. Gözyaşı hep en son kuruyanı oluyor. O yüzden ilk onları astığım için genelde uyandığımda kullanışlı hale gelebiliyorlar. Sevgim. Hemen kuruyor. En son onu asıyor, ilk onu alıyorum. Sevgisiz yaşayan insanlar var. İnanabiliyor musunuz? Adam salak, günün birinde asmış rüzgara, artık ulaşamadığını söylüyor. Be adam, acaba sen sevgini fırtınalı bir havada mı astın, uçup gitti mi, eski sevgililerinin balkonuna mı düştü, ya da ne bileyim bir çalıya filan mı takıldı? Hiç sorma, sonra vay efendim ben artık sevgisiz yaşıyorum. Sonra odun gibi yaşa işte. Sevgisiz yaşanır mı hiç? Olacak şey değil. Sevgisi olmayan insan çıplaktır derdi annem hep. Çıplak! Ne kadar ayıp. Sonra gelsin tek gecelikler, gitsin sıkıldımlar. Ortalık gona kaynıyor, adam hala sevgisizlik güzel şey beyaa die geviş getiriyor. Ha bu arada sanırım çözdüm. Sevgisi olmayan insanların da sevgilileri olabiliyor. Neden var, nasıl oluyor bilmiyordum eskiden. Ama artık biliyorum. Aşkım diyorlar. Düşünsenize, insanlara ait bir aşk.

Oysa herkes bilir insanların aşka değil, aşkın insanlara sahip olduğunu. Aşk bir kere yakalıyor bizi. Bir kere aşka ait oluyoruz. Safça. Sonra aşk bir gece bizi asıyor rüzgara. Genellikle de fırtınalı havalarda asıyor bizi. E tabi genellikle toy oluyoruz. Sonra hepimiz savruluyoruz. Ben de bir gece savrulmuştum. Aşk beni iteledi. Kaybetti beni. Kendi bilir. İnsanlığı kaybolan aşk bu sefer kendine bir köpek kedi vs alıp onunla yaşıyor. Aşkını kaybeden insan ise önce kafayı buluyor. Aşklayken çok kullanmadıkları kafayı.

Bir arkadaşım da geçen rakıyla buldu kafayı. Basbayağı rakıyla. Evet, adamın kafasıyla rakı yan yanaydı. Ben de çok şaşırdım. Ben bazen birayla buluyorum. Mesela bir gece erken girdim rüzgara. Çıkayım dedim ama kafayı bulamadım. Aradım, taradım ama yok. Birayla buldum sonra tabi. Neyse, yanda başka biri daha vardı, o da kafasını arıyordu. Konuştuk biraz. Çok dertlenmiş. Önce aşk onu terk etmiş, ardından o sevgiyi. Sonra birini bulmuş. Onun taleplerine yanıt verebiliyor, gelecek kurgusu yapıyor, kafa dinliyor(benimkini de dinlemiş mi hala merak ediyorum, o gün soramamıştım), gözlerini bile dikebiliyordu tavana ki bu çok acı vericidir, tavandan kendinize baktığınızı düşünsenize, yada dikilirken gözlerden çıkan acıyı, o derece biri. Ama sevgisini kaybetmiş kadın, adamı kendini kaybeden aşk zannetmiş. Sonra ona aşkım demiş. Oysa aşk ona insanım demeli, onu sahiplenmeliydi. Karşıdaki aşk olmayınca, ona aşkım demiş. Çok değişik değil mi.

Evet, çok değişik başka bir şey daha var. İnsanların eski sevgilileri hep komşu oluyor. Mesela benim eski sevgililerim Juliyana, Ketırin, Salma ve Eva hep yan yana oturuyorlar. Ama yeni sevgilim onlarla oturmuyor. Saygı çemberindeki üçüncü durakta geniş bir sitede kalıyor hepsi. Mesela Juliyana birinci evde oturuyor. Tesadüfe bak ki birinci sevgilimdi. Sırasıyla da Ketırin, Salma ve Eva. Sıra nereden başlıyor peki? Ne bileceksiniz belki sağdan sayınca Eva’nınki birinci oluyordur. Buna ben kendi durduğum yeri referans vererek karar veriyorum. Nihayetinde şu an Eva’ya komşuyum. Tabi şimdiki sevgilim Nina çok kıskanıyor Eva’yı ama alışacak zamanla. Burada bir süre kaldıktan sonra ben altıncı eve taşınacağım. Burası da Nina’ya kalacak. Böyle böyle devam edeceğim.

Aslında beşinci evi sevdim. Zaten gözüm hep buradaydı. Geniş mi geniş bir balkonu ve bol ağaçlı bir bahçesi var. Bahçenin çimleri genelde biçili oluyor. Bu işi Nina yapıyor. Bazen ev bakımsız olabiliyor. Bu sefer kuaför falan çağırıyoruz. Ne bileyim bulaşıklar geç yıkanıyor. Terziye gidiyoruz. Doğalgaz yok bir de. Doğalgaz olmayınca AVM'ler bize geliyor. Kışın nasıl kalacağız bu evde bilmiyorum ama Nina’ya sorarsan gazı açtıracağım diyor ya, hadi bakalım.

Önceki evlerden çıktığım için mutluyum. Hepsinin bir sorunu vardı. Tabi benim daha çok sorunum vardı. O yüzden ev sahipleri de zaten atmak istemişti beni. Birinci ev benim de ilk evimdi. Orada henüz bir evde nasıl yaşanır bilmiyordum. Zamanla öğrendim tabi. Sağolsun ikinci ev çok yardımcı oldu. İkinci ev ise sıcak değildi. Tıpkı şimdiki ev gibi. Ama şimdiki evin sorunu büyük olması. O yüzden ısınmıyor. O kadar geniş ki, ne kadar sevgi yakarsak yakalım ısınmıyor ev. Sevgimiz de azaldı bu yüzden biraz. Pencereleri kapatıyoruz, Nina’yla birbirimize sokulup ter atıyoruz ama yine de ısınmıyor. Evin yalıtım sorunu varmış, öyle dedi doktor.

Üçüncü evde mutlu hissettim kendimi. Oraya taşınırken depreme dayanıklı mısın diye sordum? Evet dedi. Nerden bileyim beni aldattığını. Oysa fay hattı tam o evin altından geçiyormuş. Bir gün sallandı, canımı zor kurtardım. Salma burayı kullanmıyor pek. Çok nadir uğruyor eve. Arada Eva’nın donu Salma’nın balkonuna düşüyor, kavga edecek gibi oluyorlar ama sonra ikisi de umursamadan devam ediyorlar hayatlarını yapmaya. Komşuluk ilişkilerimiz pek iyi değil doğal olarak. Bu tarz sorunlar Nina'yla de olabiliyor. Genellikle Nina Eva'ya laf atıyor. Diğerlerinin evi uzak. Oraları pek göremiyor şimdilik. Uzun bir yolculuğa çıkarsak onları da görür diye tahmin ediyorum.

Eva’yla birlikte yaşadığımız dördüncü ev ise en güzeliydi ilk dördünden. Epey uzun yaşadım orada. Sıcacıktı. Ama bu evin sorunuysa balkonunun çok küçük olması ve o daracık bahçenin bakımsızlığıydı.
Gözüm hep beşinci evdeydi. Altıncı eve geçmeye korkuyorum ama. Çünkü o dördüncü durakta. Acaba oradan daha mı çok otobüs geçiyordu? Ev büyük mü, küçük mü? Sıcak mı yoksa soğuk mu? Mesela balkonu nasıldı? Bahçesi bakımlı mıydı? Hiç görmedim altıncı evi. Sadece üçüncü durağın beşinci evden itibaren bittiğini, altıncı evin ise dördüncü durakta olduğunu biliyorum.
Tamam, azıcık gevezeleşmiş olabilirim. Bunları anlatmam lazım inanın. Yoksa hiçbir şey anlayamazsınız. Bu evdeki sorunlarım evin soğuk olması, duygu geçiş koridorunun çok virajlı olması, ki bu da midemi bulandırıyor inanın zor, düşünsenize sürekli viraj almak zorundasınız. Evet, maalesef makattan veriyorlar virajı. Doktor öyle dedi. Mesela ev bana yabancıymışım gibi davranıyor son günlerde. Otomatik sistem 'tanımlanamayan cisim' gibi davranıyor bana. Mesela evin arka bahçesine geçiş izni isterken kovabiliyor beni. Ya da evin elini tutmak istiyorum, tutamaç uzatıyor bana. Tıpkı yabancılara yaptığı gibi.

Devam ediyorum, bir süredir evin bodrumundayım. Sanırım bir süre daha böyle kalacağım. Çok nadir çıkıyorum dışarı. Arada hava almak zorunda kalıyorum. Gerçi şu son zamanlarda para da suyunu çekti, çok asılı kalmış rüzgarda, olsun, yine de hala alabiliyorum havamı. Arada Nina’yla görüşüyorum. Sevgisini kaybetmiş olabilir mi bilmiyorum. Ama bana aşkım diyor. Neyse ki aşk onu da terk etmiş. Beni aşk mı zannediyor yoksa sevgisinin yerini böyle mi telafi etmeye çalışıyor bilmiyorum.

Dün yine sarsıcı bir fırtına vardı. Ne astıysam savrulmuş rüzgarda. Mesela sevgimin bir kısmı hasarsız elime geçti ama özelliklerimin bir kısmını bulamıyorum. Hüzünlerimin hiçbir şey olmadan dim dik ve hatta eskisinden de güçlü şekilde asılı kalmasına şaşırıyorum. Asmıştım hüzünlerimi rüzgara. Evet, beşinci evin balkonuna. Hatta Nina da yardım etti. O da eski sevgililerinin evlerinin anahtarını asmıştı. Ben de ona yardım etmiştim. O anahtarlar savrulmuştu başarılı bir şekilde. Benim hüzünlerimse hala olduğu yerde. Yedikçe büyüyor rüzgarı. Sinirlerimi asacağım bu sefer. Söz verdim Nina’ya. Sinirleri alınmış bir dana bonfilesine dönmeliyim. Öyle daha lezzetli oluyor. Nina çok seviyor.

Düşünüyorum da, sevgisini kaybetmiş biri yine de sevebilir mi? Tekrar? Sıfırdan yeni bir sevgi inşa etmek zor olmalı. Hüzünlerim iki gündür çok garip bir halde. Acaba ev beni tanıyabilecek mi? Taşınmak zorunda kalacak mıyım ki beşinci evden? Ya Nina, beni seviyor mu ki hala?
Çok derdim var çok. Her şeyi asabiliyorum ama dertlerimi asla. Beceremiyorum. O kadar ağırlar ki, rüzgarın taşıyıp taşıyamayacağından emin değilim. Kurtulmak için onları da balkona asmalıyım. Ama balkon o yükü taşıyabilir mi inanın bilmiyorum. Nina yardım eder mi ki? Nasıl çözeceğim bu sorunu?
Nina’nın da komşuları var tabi. Bazen onlar da sorun çıkarır gibi oluyor ama araya iki kaçak ev yapılmış. Olmaması gerekiyor. Cesaret edip girebilsem, belki ikiden fazla kaçak yapı da bulabilirim. Neyse ki o kadar cesaretim yok. Kim uğraşacak şimdi belediye işleriyle. Yıktır falan. Hem onların bir daha yapılmayacağının bir garantisi de yok. Kaçak yapılar artarsa beşinci evin bahçesine kadar sızabilirler. Hatta altıncı eve bile. Bu sefer taşınmak zorunda kalırım ama altıncı eve de çıkamam. Kafam çok karışık. Orası tam bir karadelik. Kapkara. Girmeye ne kadar korkuyorsam o kadar arzuluyor, gözlerimi sürekli oraya dikiyorum. Arada gözlerimi oradan Nina alıyor. Tabii ki canım yanıyor.

Beş numaralı hüznüm bugün biraz iyileşme gösterdi. Bir kısmı başarılı şekilde savrulmuş. Gel gör ki, onbir numaralı hüznüm garipleştikçe garipleşiyor. Gitgide daha da büyüyor. Kanserli değildir inşallah. İnşallah dediğime bakmayın, Allah bu işlere bakmıyor. Lafın gelişi. Kanserliyse şayet bundan sonra hiçbir evde kalamayabilirim. Doğruca alıp onbirinci hüznümü, en yakın onkoloji hastanesinin yolunu tutmalıyım. Onbir numaralı hüznüm orada yatarken de ev bulamam kendime. Onu ölüme terk edemem. Zaten kanserli bir hüznüm varken kimse de benimle sevgili olmaz. Olsa kaç yazar, kanserli hüznü olanlara ev vermiyorlar bu semtte. İlla hastane raporu istiyorlar. Ev sahipleri çok şerefsiz. Umarım kanserli değilsindir sevgili onbirinci hüznüm.

Neyse, ben balkona çıkıyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğum günü şeysi - 3 Temmuz

Yıllar önce, 1990 yılında, bir 1 Temmuz gününde, yolların açıldığı, karın eridiği, havanın ılıştığı ve insanların dinçleştiği bir yaz günü karısına selam vermeksizin içeri girdi Mehmet. Yemeğini yedi. Çocukları azarladı. Karısı da payını aldı bundan. Yemekleri eleştirdi. Ama ne eleştiri. Küçük çaplı sevimli bir terör estirdi. İstemeden, el alışkanlığıyla karısına da bir tane çakıverdi. Hiç sevmezdi kuyruk yağı olmayan bulgur pilavını. Kaç defa söyledi, olmayınca istemsiz şekilde vuruverdi omuzuna kadının. *** Çocuklar bunu görünce bir anda tüm şımarıklıklarını kestiler. Artık onlar için zaman daha ağır akmaya, kuşlar ötmemeye, kuzular melememeye, kar altındaki topraktan başını çıkaran yılanlar toprağın altına geri dönmeye, yerdeki halıların desenleri dans etmeye, gözleri cansızlanmaya, babaları büyümeye, bir önceki gün marketten çaldıkları bisküvileri süte kırarak gizli gizli yeme fikirleri iyiden iyiye kaybolmaya ve bu fikrin yerini annelerinin yaptıkları kuyruk yağsız bulgur p...

Gecenin gözü

Gecenin gözü gördü, Çıkıp konuşsa, anlatsa her şeyi Senin hakkını sana, Benim hakkımı bana... Duvarlar bile daralıyordu, Sen ağlayınca. Bak şimdi nasıl da görünüyor Gökyüzü ferah ferah. Yıldızların altında gibi açık göğümüz. Koyun koyuna... Sıcacık...

Yetişkin eğitiminden yaşam boyu öğrenmeye geçiş - Bir eğitim makalesi

Eğitim, öğrenmenin sistematikleştirilmiş halidir. Öğrenmeye göre çok daha dar bir kavram olan eğitim kavramı daha gelişkin mekanizmaların kurulabilmesi için daha gelişkin bireylere ihtiyaç duyulmasından kaynaklı ortaya çıkmış bir kavramdır. İlk olarak Fransız sanayi devrimiyle somut düzlemde ele alınmaya başlanan bu gerçeklik kendisini fabrikalarda makineyi kullanmayı bilen eleman ihtiyacında göstermiştir. Makine kullanımının ve iş yönteminin öğretilmesinde karşılaşılan zorluklar, tarihin ilk burjuva devriminde öğretimi halk için sistematikleştiren yaklaşımı, yani eğitimi doğurmuştur. Sanayi devriminin öncelerinde bilgi aktarımlarını gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek adına kurulan çeşitli kurumlar(kiliseler, camiler, manastır ve medreseler vb.) faydacı özellik gütmemesinden dolayı modern eğitim kavramına tam olarak denk düşmemektedir. Bu surette eğitim; faydalar çerçevesinde sistematikleştirilmiş öğrenmelerdir diyebiliriz. Bu noktada eğitim kavramıyla yetişkin kelimeleri yan yan...