Ana içeriğe atla

Altın ve çamur diyalektiği

Altın çamura düşünce değer kaybetmez. Doğru bir söz. Çünkü gerçek. Kaldı ki altının geldiği yer çamurun ta dibiyse, hepten doğrudur. Altın madenciliği dünyanın en zor madenciliklerinden biridir. Çıkarması ve saflaştırması son derece zor, işlemesi ise son derece kolaydır. Bu yüzden yüzyıllardır kıymetli eşyaya girer. Hatta insanlık tarihinde kıymet-para kavramlarının doğrudan altınla çıkmış olmasına dair de epey rivayet mevcut.
Altın doğada saf halde kolay kolay bulunmaz. Elde edilen altın miktarının önemli çoğunluğu toprakla ve toprağa has kayaçlarla iç içedir. Kalaverit, silvanit, krennerit, bakır ve kurşun minerallerinde eser miktarda bulunmakla birlikte volkanik kuvarsların içinde ve akarsu yataklarında kumlu toz ve külçe halinde de bulunabilir. Tüm bunlara çamur diyoruz. Çünkü özel işlem görmemiş herhangi bir toprak parçasından elde edilen çamurda bu mineraller ve kayaçlar muhakkak bulunur. Buradan yola çıkarsak, evet, altın topraktan, yani çamurdan gelmektedir. Fakat önemli bir ayrıntı var. Altının doğada bulunan hali beş para etmez. Değerli bir meta halini alabilmesi için saflaştırılmalı ve işlenmelidir. Yani çamurdan arındırılmalıdır.
Çamurdan arınan ve değerli hale gelen altın, tekrar çamura düşünce neden değer kaybetmez? Sanırım bu sorunun cevabını Recebistan İmam Hatip Ortaokulu beşinci sınıf öğrencisi bile bilir. Yine de açıklayalım.
Çamurdan arınma işlemi öyle kolay bir işlem değildir. Genellikle toz ya da alaşım şeklinde kendine toprakta yer bulan altını çıkarmak, yani saflaştırmak için emek-yoğun bir süreç gerekir. Maden mühendisi olmadığımız için fazla ayrıntıya girmeyerek şu açıklamayla yetinelim. Altını elde etmek için fiziksel ve kimyasal bir takım süreçlerden geçirmek gerekir. Alaşımdan kurtarıp saf altına ulaşmak için. Şu an Kaz Dağlarında tüm çabalara karşın, tam bir doğa katliamıyla, altın araması yapılmaktadır. Neden doğa katliamı? Çünkü altının olduğu çamura ulaşmak için önce engelleri kaldırmak, ki bu da ağaçları kesmek oluyor, ve en basit ve ucuz yöntem olan siyanür kullanmak gerekir. Siyanür son derece zehirli bir madde olup canlı yaşamının kökünü kurutan bir lanete sahiptir. Şöyle söyleyeyim, siz anlayın: siyanürün saf halinden 0.1 gram alan insan ölüm sınırında cirit atıyordur. Alın size doğa katliamı. Parlaklığı ve işlemesindeki güçlüğünden ötürü peşinden koşulan altın, aslında tam bir doğa katliamına yol açmaktadır. Çıkarılan altın bu kadar zorlu süreçlerden geçip elde edildikten sonra bir boyuna, ayağa, kulağa, kola, parmağa ya da insanın çeşitli uzvuna takılır. Artık saflaştırılmış, altın halini almış olan altın küpeniz çamura düşerse, emin olun bu kadar uğraşmak zorunda kalmazsınız. Yıkarsanız geçer. Tabi çamurda uzun süre(minimum 50000 yıl) beklerse elbet uğraşabilirsiniz fakat söylesenize, hangimiz bu kadar uzun yaşarız?
Bu kadar emekle ve katliamla, kanla, terle, gözyaşı ve çimle elde edilen altından dünyada ne kadar var dersiniz? Şaşıracaksınız. National Geographic'in 2009 yılını baz alarak yayınladığı bir veriye göre insanlık tarihinde, 2009 yılına kadar çıkarılan toplam altın miktarı tahmini olarak sadece 161.000 ton. Gözümüzde canlanması için örnekle anlatan NG araştırmacıları şu cümleyle özetliyor: iki tane olimpik havuzu ancak doldurur. Evet, binbir emek ve uğraş sadece iki olimpik havuzu dolduruyor. 20metre X 28metre ebatlarında bir tek havuzumuz olduğunuz varsayarsak tek havuz da yeterli olabiliyor.
Altın değerli midir tartışmasını bir kenara bırakıyorum. İnsanlığın uğrunda öldüğü, öldürdüğü, katlettiği bir metal, bilinen bir şekilde değerli hale gelmiştir. Peki, tekrar soruyorum: altın çamura düşünce değerinden kaybeder mi? Tekrar cevap veriyorum. Altın çamura düşünce değerinden kaybetmez. İsterseniz deneyebilirsiniz. Gidip kuyumcudan bir çeyrek altın alın. Bulduğunuz ilk toprak parçasına gidin. Ki Ankara'da yaşıyorsanız bulmak için, yol ortasındaki refüjlerde çiçek ekilen alandaki çiçekleri sökmeniz, kaldırımlarda tek tük hala bir şekilde kalan ağaçların diplerinden kaldırımdan arta kalan boşluktan edinebilir, ya da atladığınız gibi ilk otobüse, merkez dışında her hangi bir istikamete gitmek zorunda kalabilirsiniz. Ama sözün gerçekliğine inanmıyorsanız uğraşmaya değer. Her neyse, bir parça toprak alıp çamur haline getirin ve altını içine atın. İki gün bu zamanlar cimrileşen güneşte bekletip kurutun. Ya da ne bileyim kuafördeki fön makinesiyle ya da evinizdeki saç/elbise ütüsüyle kurutun. Tabi bunları yaparken dikkat edin aman, düz saçlarından etmeyin insanları, daha gezilecek çok mekan var o düz saçlarla/elbiselerle. Deneyimizin son aşamasında ise içine gömdüğünüz çamurdan/kurumuş çamurdan/topraktan alın altını. Gidin aynı kuyumcuya geri satın. Eğer adam sinirli bir adamsa sizi dövebilir. Çünkü bu saygısızlık olarak algılanabilir. Fakat nihayetinde o altını sizden değerinden alacaktır.
İşte burada sinirli kuyumcuya denk gelmemekle ilgili kaygımız nereden kaynaklanmaktadır peki? Gerçek tam olarak burada yatıyor. Tüm yazıyı bu cümlede özetleyeceğim: Çamura düşen altın değer kaybetmez, kirlenir. Yani yukarıda söyediğimi tekrar ediyorum, yıkamanız kafidir.
Hadi bu diyalektiği Nazım'ın dizelerinden çalarak süsleyelim ve kapatalım bu bahsi:
...
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istersin dünyadan ama o senden ayrılacak 
yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı? 

Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık 
Yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden
...
Yani altın çamura düştü diye dünyanın sonu mu geldi? Altının ne suçu var? Çamurun ne suçu var? Altın altınlığını yapacak, kıymetini koruyacak, çamur çamurluğunu yapacak, kirletip kafa karıştıracak. Altın çamura mı düştü? Kahpe felek deyip çöpe atmak ya da eritip satmak yerine, altını yıkayıp çamurdan arındırmak gerek. Zira altın bu aralar çok pahalı ve çamura ulaşmak da hayli zor. Ha, illa bir suçlu mu lazım? Altını yıkamayana bakın. Suçlu odur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğum günü şeysi - 3 Temmuz

Yıllar önce, 1990 yılında, bir 1 Temmuz gününde, yolların açıldığı, karın eridiği, havanın ılıştığı ve insanların dinçleştiği bir yaz günü karısına selam vermeksizin içeri girdi Mehmet. Yemeğini yedi. Çocukları azarladı. Karısı da payını aldı bundan. Yemekleri eleştirdi. Ama ne eleştiri. Küçük çaplı sevimli bir terör estirdi. İstemeden, el alışkanlığıyla karısına da bir tane çakıverdi. Hiç sevmezdi kuyruk yağı olmayan bulgur pilavını. Kaç defa söyledi, olmayınca istemsiz şekilde vuruverdi omuzuna kadının. *** Çocuklar bunu görünce bir anda tüm şımarıklıklarını kestiler. Artık onlar için zaman daha ağır akmaya, kuşlar ötmemeye, kuzular melememeye, kar altındaki topraktan başını çıkaran yılanlar toprağın altına geri dönmeye, yerdeki halıların desenleri dans etmeye, gözleri cansızlanmaya, babaları büyümeye, bir önceki gün marketten çaldıkları bisküvileri süte kırarak gizli gizli yeme fikirleri iyiden iyiye kaybolmaya ve bu fikrin yerini annelerinin yaptıkları kuyruk yağsız bulgur p...

Gecenin gözü

Gecenin gözü gördü, Çıkıp konuşsa, anlatsa her şeyi Senin hakkını sana, Benim hakkımı bana... Duvarlar bile daralıyordu, Sen ağlayınca. Bak şimdi nasıl da görünüyor Gökyüzü ferah ferah. Yıldızların altında gibi açık göğümüz. Koyun koyuna... Sıcacık...

Yetişkin eğitiminden yaşam boyu öğrenmeye geçiş - Bir eğitim makalesi

Eğitim, öğrenmenin sistematikleştirilmiş halidir. Öğrenmeye göre çok daha dar bir kavram olan eğitim kavramı daha gelişkin mekanizmaların kurulabilmesi için daha gelişkin bireylere ihtiyaç duyulmasından kaynaklı ortaya çıkmış bir kavramdır. İlk olarak Fransız sanayi devrimiyle somut düzlemde ele alınmaya başlanan bu gerçeklik kendisini fabrikalarda makineyi kullanmayı bilen eleman ihtiyacında göstermiştir. Makine kullanımının ve iş yönteminin öğretilmesinde karşılaşılan zorluklar, tarihin ilk burjuva devriminde öğretimi halk için sistematikleştiren yaklaşımı, yani eğitimi doğurmuştur. Sanayi devriminin öncelerinde bilgi aktarımlarını gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek adına kurulan çeşitli kurumlar(kiliseler, camiler, manastır ve medreseler vb.) faydacı özellik gütmemesinden dolayı modern eğitim kavramına tam olarak denk düşmemektedir. Bu surette eğitim; faydalar çerçevesinde sistematikleştirilmiş öğrenmelerdir diyebiliriz. Bu noktada eğitim kavramıyla yetişkin kelimeleri yan yan...