"Doyum, zamanın bir işlevidir. Zevk arayışı döngüseldir, yinelenir, zamandışıdır. İzleyicinin, heyecan arayanın, rastgele cinsel ilişkide çeşitlilik arayışı hep aynı yerde son bulur. Bir sonu vardır. Sona erir ve yeniden başlamak zorunda kalır. Bir yolculuk ve dönüş değildir, kapalı bir çevrimdir, kilitli bir odadır. Bir hapishanedir.
Kilitli odanın dışında bir manzarası vardır; şansın ve cesaretin yardımıyla ruh, bu manzara içinde sadakatin kırılgan, geçici, umulmayan yollarını ve kentlerini kurabilir;insanların mekan tutabileceği bir manzaradır bu.
Bir eylem ancak geçmişin ve geleceğin manzarasında gerçekleştirildiği zaman insan eylemi olur. Geçmiş ve geleceğin sürekliliğini öneren, zamanı bir bütün haline getiren bağlılık, insan gücünün köküdür, onsuz yapılacak hiç bir şey olamaz."*
Aslında yapılan her iş bireyde bu denli izlerini taşır geçmiş ve geleceğin. Buradaki süreklilik, sanki kopmaz bir bağın da habercisidir. Yani, insan tutarlılık ve süreklilik arayışıdır. Geçmişine bakarak geleceğini kestirmek bir bireyin, bu sebepten bilimseldir.
Kırılma anları zamana karakter katar. Çünkü işlevselden ötedir. Köklüdür. Nadirdir. Fakat devrimcidir. İnsanı olduğu geçmişten alır, farklı bir geleceğe bırakır. Günlük cinsel zevki bulanların hep düşeceği sondur. Sağlıksızdır.
Sevmek nerededir peki? Bir kırılma yaratır mı? Sonuçtan memnun kalır mı? Yoksa insanda ruhsuz bir geçmişin gelecekteki ruhunu mu aramaya çıkar? Bu döngü içerisinde kendine yer mi bulmaya çabalar yoksa var olan yere mi konar? İşte bu sorular içerisinde dönen beyin, kırılma anındadır. Ya da çok yakındır. Sevgi de ancak böyle işlevselleşir. Yoksa bir ağacı sevmek ne kadar iyi gelirse insana, o kadar iyi gelir bir insanı sevmek. O kadar. Ötesi yok. Önemsemek, geçmişin yüküdür. O yükü yüklenmekse hiç olur iş değildir. Ama insan bu. Yüklenir.
Güçlü satırlar bulamıyorum. Zihnim hiç olmadığı kadar sağlıksız, gelecek hiç olmadığı kadar kararmışken bir gelecek yaratmanın sancısı içindeyim. Nerede ne iş yaptığımı anlayamayabiliyorum çoğu kez fakat bu kez bastırıyorum. Kendimi terbiye etmeye çabalıyorum.
Maddenin eylemsizliğine inanan biri olarak bu kez bu maddenin hiç bir kuvvet uygulanmadan hareket edebileceğine bile inanıyorum. Sevmek. Büyülü bir kelime değil esasen. Onu gizleyen ya da yücelten bizleriz. Bu kadar zor olmamalı. Nasıl başarıyor insanlar? Allahım bu ne çile. Neden çözemiyorum bu işin sırrını. Neden. Bulurum elbet sebebini. Fakat yine de bilmeye hakkın var.
Geçmişin kirli yükü insana çok ağır geliyor. Umarım bir gün bu ruh halini tatmazsın. Bil isterim ki sevgilim, ben sağlıklı bir birey değilim. Sevdiğimde tüm dünyam şaşıyor. Saat itibariyle artık saatlerdir diyebilirim;evet saatlerdir beni hatırlamanı bekliyorum fakat buna hakkım bile yok. Lütfen beni hor görme. Fakat ben yazmayınca sen yazmıyorsan ve tarihte yıllarca birbirinden ayrı yaşayan geçmişler varsa bu insanlar nasıl başardılar inan bilmiyorum, nasıl alacağım bu yükü inan bilmiyorum. Sana haksızlık etmek istemiyorum fakat o geçmişimde hiç olmayan sevginin geleceğimde beni çıkarıp söken bir noktada olmasını bekliyorum. Çok şey bekliyorum. Ve buna hakkım bile yok. Kirliyim. Sana layık bile değilim. Fakat sen belki de acıyarak, belki de zorla, katlanıyorsun.
Senin güzel yüreğini severim ben. Hem de bir ömür. Fakat buna hakkım bile yok. Üstelik sen mutlu bir günündeyken belki de, bunları okumak zorunda kalacaksın. Sen sevgilimsin. Sevdiğimsin de. Geleceğim de olmanı isterim lakin bu mümkün mü, bilmiyorum. Hastalıklıyım. Doğru olduğunu düşündüğüm şeyleri kendimce yalanlıyorum. Kendimi yalanlıyorum. Çünkü aşk bu değil.
Aşk, yerinde duramamaktır. Evet, duramıyorum. Aşk kendini kaybetmektir. Evet, kaybediyorum, fakat aşk adil değildir. Maalesef ben de asil değilim. Olamıyorum. Beni nasıl olur da iki saat boyunca burada bıraktığın gerçeğini kendime bir türlü kabul ettiremiyorum. Çünkü seni seviyorum. Sana konduramıyorum. Aynı derecede kendime de acıyorum. Seninle zavallı bir hale düştüm. Çünkü kendime acıyorum. Allah bilir sen neler düşünüyorsun. Ah ah, bir çözebilsem şu denklemi, belki de bir zaman makinesi icadına varırdım. Fakat çözemiyorum. Bu acıyla yaşamaya mahkumum. Bunda senin hiç payın yok çünkü. Umarım tez zamanda beni hatırlarsın
Sıçık bir mekanda, tek başına içiyorken seni yanımda istemek sana haksızlık. Bu mu aşk. Nedir?? Neden bu kadar zorlanıyorum. Sevgisizlikten mi bu yalnızlığım. Ya da yok. Sen bu satırları okumamalısın. Okursan belki de bana acıyacaksın. Bu sonu görmek istemiyorum. Siliyorum bu mesajları. Evet, siliyorum. Hoş vakit geçirmen dileğiyle bir korkaklık daha yapıyor ve diliyorum mesajları... Belki bir gün, belki bir gün, belki bir gün okursun.
İyi geceler...
* Le Guin, K. Ursula, Mülksüzler'den alıntıdır.
Kilitli odanın dışında bir manzarası vardır; şansın ve cesaretin yardımıyla ruh, bu manzara içinde sadakatin kırılgan, geçici, umulmayan yollarını ve kentlerini kurabilir;insanların mekan tutabileceği bir manzaradır bu.
Bir eylem ancak geçmişin ve geleceğin manzarasında gerçekleştirildiği zaman insan eylemi olur. Geçmiş ve geleceğin sürekliliğini öneren, zamanı bir bütün haline getiren bağlılık, insan gücünün köküdür, onsuz yapılacak hiç bir şey olamaz."*
Aslında yapılan her iş bireyde bu denli izlerini taşır geçmiş ve geleceğin. Buradaki süreklilik, sanki kopmaz bir bağın da habercisidir. Yani, insan tutarlılık ve süreklilik arayışıdır. Geçmişine bakarak geleceğini kestirmek bir bireyin, bu sebepten bilimseldir.
Kırılma anları zamana karakter katar. Çünkü işlevselden ötedir. Köklüdür. Nadirdir. Fakat devrimcidir. İnsanı olduğu geçmişten alır, farklı bir geleceğe bırakır. Günlük cinsel zevki bulanların hep düşeceği sondur. Sağlıksızdır.
Sevmek nerededir peki? Bir kırılma yaratır mı? Sonuçtan memnun kalır mı? Yoksa insanda ruhsuz bir geçmişin gelecekteki ruhunu mu aramaya çıkar? Bu döngü içerisinde kendine yer mi bulmaya çabalar yoksa var olan yere mi konar? İşte bu sorular içerisinde dönen beyin, kırılma anındadır. Ya da çok yakındır. Sevgi de ancak böyle işlevselleşir. Yoksa bir ağacı sevmek ne kadar iyi gelirse insana, o kadar iyi gelir bir insanı sevmek. O kadar. Ötesi yok. Önemsemek, geçmişin yüküdür. O yükü yüklenmekse hiç olur iş değildir. Ama insan bu. Yüklenir.
Güçlü satırlar bulamıyorum. Zihnim hiç olmadığı kadar sağlıksız, gelecek hiç olmadığı kadar kararmışken bir gelecek yaratmanın sancısı içindeyim. Nerede ne iş yaptığımı anlayamayabiliyorum çoğu kez fakat bu kez bastırıyorum. Kendimi terbiye etmeye çabalıyorum.
Maddenin eylemsizliğine inanan biri olarak bu kez bu maddenin hiç bir kuvvet uygulanmadan hareket edebileceğine bile inanıyorum. Sevmek. Büyülü bir kelime değil esasen. Onu gizleyen ya da yücelten bizleriz. Bu kadar zor olmamalı. Nasıl başarıyor insanlar? Allahım bu ne çile. Neden çözemiyorum bu işin sırrını. Neden. Bulurum elbet sebebini. Fakat yine de bilmeye hakkın var.
Geçmişin kirli yükü insana çok ağır geliyor. Umarım bir gün bu ruh halini tatmazsın. Bil isterim ki sevgilim, ben sağlıklı bir birey değilim. Sevdiğimde tüm dünyam şaşıyor. Saat itibariyle artık saatlerdir diyebilirim;evet saatlerdir beni hatırlamanı bekliyorum fakat buna hakkım bile yok. Lütfen beni hor görme. Fakat ben yazmayınca sen yazmıyorsan ve tarihte yıllarca birbirinden ayrı yaşayan geçmişler varsa bu insanlar nasıl başardılar inan bilmiyorum, nasıl alacağım bu yükü inan bilmiyorum. Sana haksızlık etmek istemiyorum fakat o geçmişimde hiç olmayan sevginin geleceğimde beni çıkarıp söken bir noktada olmasını bekliyorum. Çok şey bekliyorum. Ve buna hakkım bile yok. Kirliyim. Sana layık bile değilim. Fakat sen belki de acıyarak, belki de zorla, katlanıyorsun.
Senin güzel yüreğini severim ben. Hem de bir ömür. Fakat buna hakkım bile yok. Üstelik sen mutlu bir günündeyken belki de, bunları okumak zorunda kalacaksın. Sen sevgilimsin. Sevdiğimsin de. Geleceğim de olmanı isterim lakin bu mümkün mü, bilmiyorum. Hastalıklıyım. Doğru olduğunu düşündüğüm şeyleri kendimce yalanlıyorum. Kendimi yalanlıyorum. Çünkü aşk bu değil.
Aşk, yerinde duramamaktır. Evet, duramıyorum. Aşk kendini kaybetmektir. Evet, kaybediyorum, fakat aşk adil değildir. Maalesef ben de asil değilim. Olamıyorum. Beni nasıl olur da iki saat boyunca burada bıraktığın gerçeğini kendime bir türlü kabul ettiremiyorum. Çünkü seni seviyorum. Sana konduramıyorum. Aynı derecede kendime de acıyorum. Seninle zavallı bir hale düştüm. Çünkü kendime acıyorum. Allah bilir sen neler düşünüyorsun. Ah ah, bir çözebilsem şu denklemi, belki de bir zaman makinesi icadına varırdım. Fakat çözemiyorum. Bu acıyla yaşamaya mahkumum. Bunda senin hiç payın yok çünkü. Umarım tez zamanda beni hatırlarsın
Sıçık bir mekanda, tek başına içiyorken seni yanımda istemek sana haksızlık. Bu mu aşk. Nedir?? Neden bu kadar zorlanıyorum. Sevgisizlikten mi bu yalnızlığım. Ya da yok. Sen bu satırları okumamalısın. Okursan belki de bana acıyacaksın. Bu sonu görmek istemiyorum. Siliyorum bu mesajları. Evet, siliyorum. Hoş vakit geçirmen dileğiyle bir korkaklık daha yapıyor ve diliyorum mesajları... Belki bir gün, belki bir gün, belki bir gün okursun.
İyi geceler...
* Le Guin, K. Ursula, Mülksüzler'den alıntıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder