Ana içeriğe atla

Mesajlaşmayı sevmiyorum!

Ben senin için mesai olarak kaldığım sürece sürecek bu kırgınlık. Derin bir kırgınlık. Henüz tarifleyemediğim, açıklayamadığım kırgınlık. Seni hiç anlamayan, despot, kıskanç bir adam olmadığımı sana ispatlamak için iki haftalık totem yaptım. Her şey tamamen senin istediğin gibi olacak. Fakat sadece iki hafta. O da beni tanıman için. Fakat sana duyduğum kırgınlık o kadar derinleşiyor ki, iki hafta nasıl dayanacağımı bilmiyorum. Bir tarafım sorun çıkar diyor, diğer tarafım iyi gidiyorsun diyor. Bahaneler ve canımı yakan sözler.

Saatlerce satranç oynayabiliyorsun telefonda. Hatta yolda yürürken bile. Dolmuştayken. Elinde bir sürü eşya olmasına rağmen.
Saatlerce Facebook ta takılabiliyorsun. Telefonda.
Saatlerce magazin haberleri okuyup merak ettiğin kişileri stalklayabiliyorsun. Telefonda.
Saatlerce mesajlaşabiliyorsun dedikodu ve aile arkadaş gruplarında. Telefonda yapıyorsun bunu yine.
Saatlerce konuşabiliyorsun insanlarla. Hem de gayet keyifle. Ama telefonda.

Fakat bir kez olsun benim Facebook u neden kapattığımı sormadın. Bir kez olsun benimle mesajlaşmaktan keyif almadın. Bir kez olsun benimle diğer insanlarla yaptığın gibi keyifli sohbet etmedin. Her aradığında aptal aptal aynı soruları sorup aynı cevapları aldın. Günde bir defa yapılması gereken bir iş gibi gördüğün için aslında "hadi bak konuşalım diyordun, ahan da aradım" demek için aramış oluyorsun. Ben de bilerek senin aramalarını daha da seyreltmek için çabalıyor, her aramada yalandan ya tuvalette oluyorum, ya toplantıda oluyorum. Bunun için arayacaksan hiç arama. Amacım gün içinde senin aramalarını bir şekilde bitirmek. Zaten bunun için de değil sadece, mesajlaşarak harcayacağın mesaiyi tek bir atamayla kurtarmış olacaksın. Bunun için de arıyorsun. Arama. İstemiyorum.

Bana yalandan nasılsın diyorsun ve tüm gün gidiyor o mesaj. Ne güzel. Ne cevap verdiğimi, neden suskunlaştığımı bile görmüyorsun. Normalleşme adı altında beni başka bir şeye ikna etmeye çalışıyorsun. Senin önerin aşk değil, birliktelik. Bir nevi ev arkadaşlığı. Beni içine ittiğin yalnızlığın bedelini sen de ödeyeceksin ama. Ben de seni yalnızlaştıracağım. Hiç işim olmamasına rağmen iş çıkaracağım. Senin ders çalışman bahanesiyle her seferinde seni gece yarılarına kadar yalnız bırakacağım. Senin içinde neler olup bittiğini artık sormayacağım. Beynin kıvrımları dediğimiz zımbırtılarla artık ilgilenmeyeceğim. Yüzeysel ve tam da senin istediğin gibi, yormayan bir adam olarak seni yoracak şeyler yapmayacağım. Eski sevgilinin neden günden güne solduğunu ve kafayı yediğini bal gibi biliyorken harcamaktan imtina etmeyen sen, beni de harım harım harcarsın. Bu yüzden senin koyduğun kadar mesafeyi ben de sana koyacağım. Sana sahte gülücükler atacağım. Sevişirken sahte sesler çıkaracağım. Senin bana kabalaştığın kadar ben de kabalaşacağım. Seninle ilişkimiz yılışyapış'tan dümdüz ve normal bir seviyeye gelecek.
Demek mesaj yazmayı sevmiyorsun. Beni başından savıyorsun. Yapma. Temelden çözelim sorunu. Ben nasıl çözeceğimi biliyorum. Ama sanırım ban gerek kalmayacak, sen o yola sokuyorsun zaten bizi. Beni görememekte ısrarcısın. Artık kendimi senin gözüne sokmayacağım. Sen ne kadar uzaksan ben de o kadar uzak olacağım. Herkesle mesajlaşan, son derece hızlı mesaj yazabilen, ki bu da mesajlaşmayı sevdiğin anlamına gelir, sen, sadece bana sevmiyorsun. İki gündür sana mesaj atmıyorum. Sevinçten havalara uçuyorsun allahım. Bu kadar iyi geleceğini bilseydim baştan hiç mesaj atmazdım sana.

Bana yılışyapış bir ilişki ile gelip, mesajlaşmak istemiyorum, bana karışma, ben her şeyi yaparım ama bunları yapamam diyen bir seviye geldin. Madem böyle olacaktın, neden yılışyapıştın? Çünkü anı kurtardın. İşine öyle geldi.

Ben senden umudumu kesmeye başlıyorum. Beni anladığını ve artık çözdüğünü söyleyen sen, hangi akılla çözdün bilmiyorum ama henüz ben bile kendimi çözebilmiş değilim pek çok noktada. Ama iyi oluyor. Sıç ağzıma. En naif isteklerim bile senin gözüne batsın. Ben senin için mesaiden başka anlam taşımayayım. Akşam benimle bir saat geçirdin mi? İki üç günde bir sevmiştin mi? Üstüne bir de gece birlikte uyudun mu? Tamam yeter. Olduk biz işte. Daha ne? Bokunu çıkarmaya gerek yok ama değil mi? Zaten tüm gece birlikteyiz. Her gün bir iki saatlik birlikteliğimiz var. Gün içinde de bırakayım da başka işlerle ilgilen. Güzel. Çok güzel. Mesajlaşmayı sevmeyen kadın. Dicrirus adsimilis.

Eğer hiç konuşmak istemezsen çok iş var diyorsun. Ama o saatlerde Facebook, magazin, wp gruplarında vakit geçirme, işyeri dedikoduları, toplu çay kahve içmeler, doğumgünü kutlamaları, hepsi gerçekleşiyor. Fakat bana gelince iş çok yoğun oluyor. Bu lafa öyle içerledim ki, senden bu lafı bir daha duymamak için her gün sinir krizleri geçirmeme rağmen sana yazmıyorum. Tek kelime yazmıyorum. Tek kelime.

Seni geçiştiriyorum ve sen de bunu görüyorsun ve arttırıyorsun. Çünkü senin de istediğin bu. Bu ya çok korumacı bir tavır, ya çok bencilce. Belki ikisinin harmanıdır. Fakat her halükarda bunlardan biri baskın olmak zorunda. İki yılda da bana aynı sonuç çıkıyor, sen beni sevmiyorsun ya da sevginin ne olduğunu bilmiyorsun. Umarım birinci seçenek doğrudur. Sevgisiz olabileceğine inanmak istemiyorum çünkü.

Diyeceksin ki sevgi sözcüklerimiz ya da kavramlarımız aynı olmayabilir. Fakat bu durumda da bana bir alternatif göstermelisin.

Ben seni zorladım. Her yerden ve farklı şekillerde zorladım. Seni provoke de ettim, sabrının sınırlarını da zorladım. Kıskanmadım mı, kıskandım da elbet. Fakat beni esas tetikleyen şey senin bu olağandışı hızında ne derece samimi olduğunu anlamaktı. Hala da anlayabilmiş değilim. Bu işin çözümü bu yol değilmiş demek ki. Artık strateji değiştirerek tüm kontrolü sana verdim. Senin işleri sıçıp batıracağını düşünüyorum. Umarım bstırmazsın. Fakat olacak. Kendimi korumak için de senin samimiyetsiz olmadığını fakat beni sevmediğini düşünerek hareket edeceğim. Herkesle satranç oynayıp benle oynamayan kadın. Bundan sonra sen nasıl ben öyle. Güç savaşı diye kodladın ama bu aslında pozisyon savaşıdır. Eğer bu savaşı kazanmak istiyorsan pozisyonunu alırken beni sevdiğini hiç bir zaman unutmamalısın. Senin kazanman benim kazanmam demek. Kaybedersen ikimiz de düşeriz.

Ama bu bende yarattığın kırgınlığı ise telafi etmek mümkün değil. Bir beklentiye de sahip değilim artık.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğum günü şeysi - 3 Temmuz

Yıllar önce, 1990 yılında, bir 1 Temmuz gününde, yolların açıldığı, karın eridiği, havanın ılıştığı ve insanların dinçleştiği bir yaz günü karısına selam vermeksizin içeri girdi Mehmet. Yemeğini yedi. Çocukları azarladı. Karısı da payını aldı bundan. Yemekleri eleştirdi. Ama ne eleştiri. Küçük çaplı sevimli bir terör estirdi. İstemeden, el alışkanlığıyla karısına da bir tane çakıverdi. Hiç sevmezdi kuyruk yağı olmayan bulgur pilavını. Kaç defa söyledi, olmayınca istemsiz şekilde vuruverdi omuzuna kadının. *** Çocuklar bunu görünce bir anda tüm şımarıklıklarını kestiler. Artık onlar için zaman daha ağır akmaya, kuşlar ötmemeye, kuzular melememeye, kar altındaki topraktan başını çıkaran yılanlar toprağın altına geri dönmeye, yerdeki halıların desenleri dans etmeye, gözleri cansızlanmaya, babaları büyümeye, bir önceki gün marketten çaldıkları bisküvileri süte kırarak gizli gizli yeme fikirleri iyiden iyiye kaybolmaya ve bu fikrin yerini annelerinin yaptıkları kuyruk yağsız bulgur p...

Gecenin gözü

Gecenin gözü gördü, Çıkıp konuşsa, anlatsa her şeyi Senin hakkını sana, Benim hakkımı bana... Duvarlar bile daralıyordu, Sen ağlayınca. Bak şimdi nasıl da görünüyor Gökyüzü ferah ferah. Yıldızların altında gibi açık göğümüz. Koyun koyuna... Sıcacık...

Yetişkin eğitiminden yaşam boyu öğrenmeye geçiş - Bir eğitim makalesi

Eğitim, öğrenmenin sistematikleştirilmiş halidir. Öğrenmeye göre çok daha dar bir kavram olan eğitim kavramı daha gelişkin mekanizmaların kurulabilmesi için daha gelişkin bireylere ihtiyaç duyulmasından kaynaklı ortaya çıkmış bir kavramdır. İlk olarak Fransız sanayi devrimiyle somut düzlemde ele alınmaya başlanan bu gerçeklik kendisini fabrikalarda makineyi kullanmayı bilen eleman ihtiyacında göstermiştir. Makine kullanımının ve iş yönteminin öğretilmesinde karşılaşılan zorluklar, tarihin ilk burjuva devriminde öğretimi halk için sistematikleştiren yaklaşımı, yani eğitimi doğurmuştur. Sanayi devriminin öncelerinde bilgi aktarımlarını gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek adına kurulan çeşitli kurumlar(kiliseler, camiler, manastır ve medreseler vb.) faydacı özellik gütmemesinden dolayı modern eğitim kavramına tam olarak denk düşmemektedir. Bu surette eğitim; faydalar çerçevesinde sistematikleştirilmiş öğrenmelerdir diyebiliriz. Bu noktada eğitim kavramıyla yetişkin kelimeleri yan yan...