Yıllardan üçüncü binliğin dokuzuncusuydu. Aylardan ise kediliydi. Beş Mart Çarşambaydı 2009'da. Son derece çocuksu, içten ve kavga sonrasına ait bir mektubumu buldum. İçten dememi garipsemeyin lütfen, gerçekten içten çünkü. Oysa bu aşk içtenlikle yıkılmamıştı. Bu yüzden garipsiyorum. Mektubun tamamını ölümsüzleştirmek adına burada da paylaşıyorum.
"
Biten aşka ağlamak ahmaklıktır. Gençlik umut demektir. Umut etmekten, tevekkül etmekten başka çaresi olmayan bir adamım ben hala gençten sayılıyorsam şayet. Karşıma çıkan fırsatları heba etmekten başka bir işe yaramıyor bu durum. Sanırım tevekküllerim hala aynı saflık üzerine kurulu. Kendi gambitime yeniliyorum bir kez daha. O çocuksuluğu kaybetmenin hüznünü yaşıyorum hala. Nereye kadar böyle gidecek ki bu durum? Affetsin beni dağlar taşlar, bu durumu hala kabullenemiyorum...
Gelelim mektubun edebi değerlendirmesine. Öncelikle Genç şairler kuşağının denemelerinin çok etkisinde kalınmış. Bunu en iyi ben tahlil edebiliyorum çünkü o dönem onlarla haşır neşirdim. Bu da yüklenen anlamın biçime oturmasında sırıtmış. Kendini çok kötü bir noktada gösteren biçem, özü gizlemiş.
Çok çocuksu. Pek çok yerde popüler bir şiirin bir satırı ya da bir türkünün nakaratını andıran kelimeler süslemiş mektubu. Açıkçası bu da çok rahatsız edici bir nokta yaratmış mektupta.
Sonrasında, zıt anlamlı cümlecikler ve kelimeler ardışık olarak dizilmiş. Bu konuda becerikli olanlara şair denir, beceremeyenlere ise akıl kararması yaşayan insan denir. Becerilememiş ve bu da yazarın içtenliğini gösteren bir nokta oluşturmuş.
Peki hikayeyi merak edenlere söylüyorum, işe yaramış mıydı bu mektup? Yedi yılın 2014'ün sonlarında dolduğu göz önüne getirilirse cevap kendiliğinden ortaya çıkar.
Son sözleri hiç toparlayamam. Bu da son sözsüz olsun bakalım. Belki de sadece nokta yeterlidir bu seferlik.
"
ben…
kimim ben
tanıyamadım kendimi
ne yapıyorum, niye?
ne demek bütün bunlar?
salak, akıllı, deli,
seviye, orospu, pezevenk, asi, hırçın, sinir…
böyle mi olacaktı?
ne oldu, ne olacak?
nereye varacak bütün
bunların sonu?
kayıp mı olacak bütün
gülüşler?
peki ya o tatlı,
masalsı yüz,
o ipeksi ten…
kayıp mı olacak bütün
anılar?
ne istiyordum, ne
aldım, ne verdim?
ve
neticesinde ne kazandım?
ya da ne kaybettim?
peki ya el ele, o göz
göze vakitler?
kucak kucağa sarılıp
ağlamalar?
neydi bizi buralara
getiren?
sadece birkaç küçük
sorun mu
yoksa olunmadık bir şey mi?
neydi bizi rahatsız
eden ve sürükleyen?
biliyorsun aslında
geçmiş pişmanlıkların
haklarıydı…
bir örnekte
anlatamadığını
anlatmak mıydı benzerinde?
ya da
anlamak mıydı o tatlı sevecenlikleri?
inan bana diyordu o
gözler, o sözler…
görmedin mi,
yoksa göremedin mi?
anlat o zaman
anlat…
Gözlerinin içine
bakıyordu kadın, gözlerinin içine içine… Hem de ta en derinden. En içten. En
masumane şekilde ve en sevdi haliyle. Adam ise aldırmıyordu ona, yüreğindeki
sevgiye. Bir şeyler arıyordu ta en derinden. Sebepsizce aldırmıyordu ona…
Aslında bir çok sihirli sözcük varken o tutup
en çetrefillisini buluyor, en yılanını oynuyordu hikayenin.
-Bu kadar zor mu
anlaşmamız? diyorken genç kadın,
-Aslında bilmiyorsun
ben böyleyim. diyordu genç adam bu kadar kahrettiği yetmemişçesine…
Evet, aslında biliyordu geçeği ikisi de. Ama
ille de aranıyordu. Kıracak kalp arıyordu birisi. Dökecek bir şeyler… Ne
yapmalıydı şimdi? Bak nerelere getirdin aşkı? Mesele dert edinip hapsetmek
değil içine, bütün dertleri. Mesele onu mesele yapandı işte. Birbirilerini
sevmekte hiç kandırmadılar, hem de hiç kimseyi…
Ama bir olamadılar bir
türlü. Hiç olmayacak mıydı bu? Nasıl üstesinden gelinirdi böyle bir şeyin? Bir
tarafa göre o, öbürüne göreyse diğeri haklıydı…
Bir masal kuşunun gelip
sihirli okları takmasını mı bekliyorlardı hevesle, yoksa masal kuşu olmayı mı?
Dökülen yaşlar hiçbir
zaman sorulmadı timsahtan, bu nedir, diye… Akanlar düpedüz dürüstlük, acı ve
günah kokuyordu her zaman… Pekiyi ama n’apmalıydı şimdi? Hiç gerek var mıydı bu
saatlerde uykuya küsmeye, ölüme olduğu gibi… Gerek var mıydı hiç bu kadar
sarsılmaya ve gençliğin en güzel çağında bir tokat gibi çarpıp kapıyı, vurup
gitmeye? Salak rolünü oynamaya peki? Biliyorsun sen de hain şey, biliyorsun ne
olduğunu, neden olduğunu…
Hani nerede kaldı heyecanın, daha
yirmisindeyken? Çok mu zordu anlaşmak gerçekten de? Çok mu terane bir şey bu,
yar ile tavlaşmak?
Bıktın mı yoksa hep aynı şeyleri duymaktan?
Peki ya yaşamaktan? Nefes alıp verircesine vedalaşmaktan? Nerelere kaybettin o
nefesleri? Ne yaptın sen bu aşka bu kadar böyle?
Pe…
-
Bir şey
söyleme artık… Yetmedi mi bu kadar ağıt? Gelmeyecek mi öteki durak, hiç
gidemeyecek miyiz daha öteye; Sen, ben ve biz… Gideceğiz, hem de en uzağa, en
sonuna, en az yakın olana… Gideceğiz… Yeter ki onurunu kaybetmesin aşk… Henüz
hiçbir şey bitmedi, yitip gitmedi hiçbir şey yüreğimden.
-
Kan kadar
sıcak, ölüm kadar uzak ve bir yiğit kadar yiğit, ağıt kadar yakıcı ve türkü
gibi içteniz hala… Nerelere gidebiliriz ki? İsa’nın gerildiği çarmıha mı, Musa’nın
atıldığı ırmağa mı?
-
Olamaz de
bana yine. Olmaz de gene. Olmaz…
-
Bir yere
gidemezsin, hem o da ne demek? Yasaklı o kelime… Sus, yoksa tez infazın gelir.
Yalandı de bana. Yalandı de…
-
YALAN! Dur,
açıklayacağım her şeyi…
Hangisini unutmalıyım sence: Kızılay’ı mı, yoksa o ‘Tekmezar’ deyişini mi?
Ağlayışını mı, gülüşünü mü?
Doğum gününü mü, yılbaşını mı?
2 Temmuzu mu, 26 Ekimi mi?
Bekleyişini mi 20 Temmuzun sabahında saatlerce,
Donarcasına soğukta buz tutuşunu mu ellerimin bir Aralık sabahında?
Hangisini unutmalıyım sence: Kızılay’ı mı, yoksa o ‘Tekmezar’ deyişini mi?
Ağlayışını mı, gülüşünü mü?
Doğum gününü mü, yılbaşını mı?
2 Temmuzu mu, 26 Ekimi mi?
Bekleyişini mi 20 Temmuzun sabahında saatlerce,
Donarcasına soğukta buz tutuşunu mu ellerimin bir Aralık sabahında?
-
Unutma,
Unutma gülüşlerini, sevişlerini
usul usul…
Unutma ve sakın
kaybetme sakın öpüşlerini
o gül dudaklarınla…
Kaybetme sakın beni, kendini, yiğitliğimizi
Unutma, kuşların uçuşunu
telgraf tellerinden, ya da kaçışını
bir kurşun sesinden…
Unutma gülüşlerini, sevişlerini
usul usul…
Unutma ve sakın
kaybetme sakın öpüşlerini
o gül dudaklarınla…
Kaybetme sakın beni, kendini, yiğitliğimizi
Unutma, kuşların uçuşunu
telgraf tellerinden, ya da kaçışını
bir kurşun sesinden…
Seven insan terk etmez…
Ayıramaz hiçbir güç onları, bak mem ü zin’e… Onların sevdası bitseydi eğer,
girmezdi yüreğimize…
Gerçek seveni ancak ölüm ayırır, ama ayrılık
bile bitiremez bu sevdayı, bitiremez çünkü utanır…
Yarin eli sana uzanır. Tut ve sıkıca bir daha
tut... Geliyor sana doğru, tut ve bırakmamak için tut. Ölümsüzlük için tut,
haydi, ayrılığı kıskandırmak için tut… Ölümü hasretle yüz yüze bırakmak için
tut. Ağlamamak için, sevdayı kutsamak için, ölümü bitirmek için tut… Yoksa nasıl sorarsın bir daha, elini tutabilir miyim diye?
Boşuna gayrı olmadı yarin yanağı, biliyordu
Bedrettin yiğitlerin sevdasını… Biliyordu bu aşkın matrahını… Bu yüzden tut ellerini ve bastır sesine, yüreğine, göğsünün kafesine…
"Biten aşka ağlamak ahmaklıktır. Gençlik umut demektir. Umut etmekten, tevekkül etmekten başka çaresi olmayan bir adamım ben hala gençten sayılıyorsam şayet. Karşıma çıkan fırsatları heba etmekten başka bir işe yaramıyor bu durum. Sanırım tevekküllerim hala aynı saflık üzerine kurulu. Kendi gambitime yeniliyorum bir kez daha. O çocuksuluğu kaybetmenin hüznünü yaşıyorum hala. Nereye kadar böyle gidecek ki bu durum? Affetsin beni dağlar taşlar, bu durumu hala kabullenemiyorum...
Gelelim mektubun edebi değerlendirmesine. Öncelikle Genç şairler kuşağının denemelerinin çok etkisinde kalınmış. Bunu en iyi ben tahlil edebiliyorum çünkü o dönem onlarla haşır neşirdim. Bu da yüklenen anlamın biçime oturmasında sırıtmış. Kendini çok kötü bir noktada gösteren biçem, özü gizlemiş.
Çok çocuksu. Pek çok yerde popüler bir şiirin bir satırı ya da bir türkünün nakaratını andıran kelimeler süslemiş mektubu. Açıkçası bu da çok rahatsız edici bir nokta yaratmış mektupta.
Sonrasında, zıt anlamlı cümlecikler ve kelimeler ardışık olarak dizilmiş. Bu konuda becerikli olanlara şair denir, beceremeyenlere ise akıl kararması yaşayan insan denir. Becerilememiş ve bu da yazarın içtenliğini gösteren bir nokta oluşturmuş.
Peki hikayeyi merak edenlere söylüyorum, işe yaramış mıydı bu mektup? Yedi yılın 2014'ün sonlarında dolduğu göz önüne getirilirse cevap kendiliğinden ortaya çıkar.
Son sözleri hiç toparlayamam. Bu da son sözsüz olsun bakalım. Belki de sadece nokta yeterlidir bu seferlik.
Yorumlar
Yorum Gönder