Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Korku, bireyin fantezilerini mi yansıtır?

Evet, korku, kişinin fantezileridir aslında. En korkulan şeylerse en çok arzulanan baskılanmış fantezilerdir. Örneğin, dünyada yıkım gücü yüksek bir üçüncü savaşın başlamasından korkanların en büyük fantezisi tam da üçüncü bir savaşın başlaması yönündedir. Olmadı mı? O zaman daha derinlerden bahsedelim. Kıskançlık en ilkel duygulardandır. Karakteristik özelliklerinden birisi de kıskançlık olan bir bireyin benmerkezci bir hayatının olduğunu, başka bir deyişle, aslında bir hayatlarının olmadığını görürüz. Çünkü onlar fantezi dünyasında yaşarlar. Çünkü kıskançlık elindekinin kaybolması korkusundan ya da eline hiç geçirememe kaygısından ileri gelir. Bu durumda kıskançlık bir karakter olarak yanında korkuyu da getirir mi? Sanırım evet. Bu da onun bir fantezi dünyasında yaşadığı anlamına gelir mi? Bana soracak olursanız elbette gelir. Somutlayalım hemen. Dünyamızdaki en yaygın kıskançlık olan eş kıskançlığına girelim ufaktan. Burada eril ya da dişil kıskançlık ayrımları yaratabiliriz e...

Boş sayfanın düşündüren hüznü...

Bu sayfa bir zamanlar boştu. Bomboş. Saatlerce baktım durdum bu boş sayfaya. Çok anlamsız geldi. Yazayım o zaman dedim. Başladım sayfanın hikâyesine… Her kelimede bir dirhem daha kayboldu boşluklar. Ve nihayet dolu bir sayfaya dönecek. Sayfayı doldurmak için her santimetre karesi dolu mu olmalı? Tecahûl-i arif yapmayacağım hayır. Cevabı siz verin. Ben kendiminkini burada veriyorum. Onu dolduran şeyi yazı olarak değil, kelime olarak belirledik farkındaysanız. Kelimeler kapladıkları yerlerle doldurmazlar sayfayı, anlam buldukça doldururlar. Bu sayfayı doldurmanın bin yolundan birini tercih ettim. Kelimeler. Merak etmeyin burası askeriye değil. Bir albayla karşılaşmayacak kelimeler. Neyse, lafı fazla uzatmadan hikâyeye geçeyim. En son Otomatik Portakal’ı okumuştum. Enteresan bir şekilde filminden haberim bile yoktu. Kitabı bitirmemin üzerinden geçen on üç gün yirmi bir saat beş dakikanın ardından İzmir’den buraya anlamsız bir yolculuk yaparak gelen takım elbiseli arkadaşımla film i...

Git demenin bin yolu

"Bak Rahim, bana bunu soruyorsun ama bence senden nefret etmediğimi söylemem yeterli senin için. Böyle bir sorunun cevabını hak ettiğini düşünmüyorum. İyi anlamda değil, kötü anlamda hak etmekten bahsediyorum. Bu yaştan sonra başka birinden azar işitmeyi hak etmediğini düşünüyorum. Bu yüzden lütfen sorunun cevabında ısrarcı olma." "Anladım abi. Eyvallah. Sormayacağım." Bu diyalog Rahim'in yüreğini cız etti. Yusuf'un kendine dair düşüncesini anlayamamıştı. Muhtemelen şunu demek istemişti: "Bak Rahim, sıçtın batırdın yeterince. Bari sıvama! Hala pişkince yüzüme bakıp ne düşündüğümü sorma. Haksızsın ama üste çıkmaya bari çalışma. Yeter." Fakat emin değildi. Hemen ardından şu sözleri anarak rahatlamayı tercih etti: "hatalarımın bedelini incittiklerinize sayarsınız." Birasının son yudumunu devirip kalktı. Yusuf'un elini sıktı. Yusuf naif bir şekilde ayağa kalkıp sarıldı. Ayrıldı seri adımlarla. Son metroyu kaçırır gibiydi. Ama Rahim ...

Tanışma alevi

Soru sırasının kendisine gelmesini bekliyordu. Yeni tanıştığı adam, değişik tipine rağmen ilginç bir çekim gücüne sahipti. Konuşma tarzındaki vurgu ve içerikteki bu denli netlik etkilemişti kendisini besbelli. Üstelik sürekli konuşturan, bol sorulu ve akıcı sohbetini de sevmişti. Sanki karşısındaki adam da hafiften esniyor gibiydi kendisine karşı ama emin olamıyordu bir türlü. İki üç kez Ezey'le konuşuyorsa bir kez dönüp ancak kendisiyle konuşuyordu herifçioğlu. En son Ezey'in Alevi olup olmadığını sormuş, kendisine dönüp sormaya imtina etmemişti. Hatta üstüne Alevilikle ilgili bir birikime sahip olduğunu ifa edercesine etkileyici bilgiler sıralamıştı. Kadın, "nihayet konu hala kapanmadı, er yada geç bana da sorar Alevi olup olmadığımı" diye düşünerek sohbete bıraktı kendini. Fakat tam karar verdiği sırada muhabbetin seyri bir kez daha değişti. - Sen ne okudun? - Maliye. Antalya mezunuyum. - Vaay, aramızda bir tahsildar var haa. Naif bir gülümsemeyle yaptı bu tak...

Saat sekize geliyor

- Kalk hadi Yahya, saat sekize geliyor. Geç kaldın. Bunu söyleyen Sabahattin'in en geç altıda kalkmış ve evden çıkmış olması gerekiyordu o gün. Yahya o an Sabahattin'in saat sekize gelmesine rağmen hala evde olduğunu fark eder. - Umut seni kaldırmadı mı sabah? Suçluluk ve geç kalmanın verdiği psikolojik ruh hali çehreye çöker. Oysa Yahya'nın da yedide kalkmış olması ve yediyi on geçeki servise binmesi gerekiyordu. - Düşündüğün şeye bak, saat her zaman sekize gelir. Hatta bu ana kadarki tüm saatler 28 Nisan sabah sekize gelmek için ilerledi. Zaten saatlerin tek misyonu bu değil midir? Saatler sabah sekizi göstermek için yoksa ne için var? Bu cevapları beklemediği ve afyonu henüz patlamadığı için afallar ve sinirlenir Yahya. - Ne diyon amınakoyim Sahabattin ya. Sabah sabah yaptığın felsefeyi sikeyim. Sen geç kalmadın mı oğlum işe? - Beni siktiret. Sen kalk. Gideceğim yer şuradan şurası. Yahya'nın inanmamış olacağını düşünen Sabahattin üsteler: - Saatin sekize gel...

Çukur

Eğer elimde telefonla yolda yürüyorsam, her yolu arızalı olan ana caddelerden, yoldaki çukurları ve kavisleri takip ederek yürürüm. Ölmemek için. Karşıdan gelen şoförler beni göremezse bile yoldaki bozukluğu muhakkak görür. Ben onlara ait değilim fakat teker onların. Kaporta onların. Daha pek çok şeyi arabanın, onların. Bana çarpabilirler ama arabayı asla göz göre göre eskitmez ve kendilerine masraf çıkartmazlar. Dinine yandığım dünyasının mal sahipleri çok mal düşkünü. Neyse canım, bu sayede ben de hayatımı garantiye almış oluyorum.