Ana içeriğe atla

Tanışma alevi

Soru sırasının kendisine gelmesini bekliyordu. Yeni tanıştığı adam, değişik tipine rağmen ilginç bir çekim gücüne sahipti. Konuşma tarzındaki vurgu ve içerikteki bu denli netlik etkilemişti kendisini besbelli. Üstelik sürekli konuşturan, bol sorulu ve akıcı sohbetini de sevmişti.
Sanki karşısındaki adam da hafiften esniyor gibiydi kendisine karşı ama emin olamıyordu bir türlü. İki üç kez Ezey'le konuşuyorsa bir kez dönüp ancak kendisiyle konuşuyordu herifçioğlu. En son Ezey'in Alevi olup olmadığını sormuş, kendisine dönüp sormaya imtina etmemişti. Hatta üstüne Alevilikle ilgili bir birikime sahip olduğunu ifa edercesine etkileyici bilgiler sıralamıştı. Kadın, "nihayet konu hala kapanmadı, er yada geç bana da sorar Alevi olup olmadığımı" diye düşünerek sohbete bıraktı kendini. Fakat tam karar verdiği sırada muhabbetin seyri bir kez daha değişti.
- Sen ne okudun?
- Maliye. Antalya mezunuyum.
- Vaay, aramızda bir tahsildar var haa.
Naif bir gülümsemeyle yaptı bu takılmayı Ezey'e. Ezey sohbet boyunca bir kaç defa bu gülümsemeye denk gelmişti ama belli ki Can bir gönderme peşinde bu sefer. Nasıl cevap vereceğini bilemedi. Açık oynamak gerektiğine kendini ikna ettikten sonra cevap verip topu Can'a attı.
- Öyle mi oluyormuş o!
- Eh, Mülkiye'deki Maliye bölüm öğrencilerine öyle diyorlar. Duymadınız mı hiç?
Can, sorusunda alaycılıktan uzak, kendini açıklamaya çalışacak yolu hazırlar bir tondaydı. Bu anlaşılıyordu.
Sevtap da bunu farketti. Belli ki konuşmayı çok seviyordu Can. Ama sabahtan beri sadece soru sorup gelen cevapları dinliyordu. Bu sakin dinleyiciliğin altından bir gevezelik çıkacaktır diye düşündü. Zeki adamdı. Soruları hep onikiden vuruyor, sohbeti istediği gibi yönlendiriyordu. Dünyayı sallamayan biri gibi göründü Sevtap'ın gözüne. Nihayet kabul etti. Etkileyici bir adam. Abartılı jestlerini yok ettin mi on numara çocuk olurdu bundan.
Bu düşüncelerden sıyrılıp sohbete döndüğünde, bitmiş olduğunu fark etti. Çünkü Can masadan kalkmıştı. Ne vardı sanki şu beş dakikalık sohbette bu kadar dalıp sohbetten kopacak diye kızdı kendine. Ne de olsa burada çalışıyor, geri gelir diye kendini telkin ettikten sonra Ezey telefonuna baktı. Sevtap'a panik halinde dönüp kalkalım dedi. Saat çok geç olmuştu. Son otobüs kalkmak üzereydi.
Kalktılar.
Hesabı ödemek için adisyonla Can'a gittiler. O sırada bir şekilde Can'ın ilgisini kazanmak için sohbete çekecek küçük bir bahane arayan Sevtap sanırım aradığını bulmuştu microsaniyede. Aldıkları çerez adisyona yazılmamıştı. Bunu mu sormalıydı yoksa kendisine neden Alevilik sorusunu sormadığını mı? İkincisinde karar kıldı. Cevabı gerçekten merak ediyordu. Böylelikle de kendisiyle ilgilenip ilgilenmediğini öğrenecekti.
- Bana niye sormadın Alevi olup olmadığımı?
- Çünkü sen de Alevi'sin.
- Sıkıyor musun yoksa bir dayanağın mı var?
- İçinde bulunduğun koşulları değerlendirerek Alevi olduğuna kanaat getirdim.
- Nasıl yani?
- Aranızdaki samimiyetten ve ortak geçmişinizden yola çıkarak birbirinizle çok sıkı bir dostluğunuzun olduğunu görüyorum. Ezey Alevi. Ve dahası, Bahadinli bir Alevi. Yozgat'ın verdiği yalıtılmışlığın ve yalnızlığın içinden büyüyüp gelen birisi muhtemelen sıkı bir dostluk için kendisiyle benzer kimlikte olanlara öncelik verir. Alevilik, Kürtlük ya da komünistlik. Sohbetinden anladığım kadarıyla solcu bir tipsin. Ama komünist değilsin. Komünist değilsen iki ihtimal kalıyor. Kürt ya da Alevi olman. Erzurumlu olmandan yola çıkarsak ikisi birden olabilirsin. Tabi bu kanun değil, sadece kendi çıkarımlarım. Sadece Kürt olsaydın, şu politik duruşunla barlara gidebilen bir kadın olma olasılığın ve seküler bir yaşam biçiminin olması çok mümkün olmayabilirdi. Nihayetinde Kürt Alevisisin öyle değil mi?
Bir kez daha soru sordu. Kendine hayran bıraktıracak bir akıl yürütme yöntemi olduğunu düşündü. İşin içinde azıcık ukalalık da sezinliyordu. Rahatsız edici olmayan bir ukalalık. Zeki birisi olduğunu iyiden iyiye hissettirdi. Böyle bir zekanın barda ne işi olabilir ki? Belki de öğrencidir henüz. Yok yok, yaşı biraz ileri. Öğrenci değildi. Zaten söylemişti mezun olduğunu. Sohbeti uzatmak için atıldı.
- Sende var mı peki Alevilik?
Can, yine rahatsız edici olmayan aynı ukalalıkla, "Ben Yezid torunuyum, korkun benden" dedi ve göz kırparak Elif'in elindeki adisyonu alıp hesaplamaya başladı başını eğerek. Belli ki sohbeti uzatmak istemiyordu. Kestirip attı adeta.
Hesabı bitirip yirmi beş lira talep etti. Bu arada göz ucuyla Ezey'i dikizledikten sonra Sevtap'a dönüp "Kürtçe biliyor musun peki?" diye sordu.
- Evet, çok iyi konuşurum. Hatta okur yazarlığım da var.
- Aa, şahane. O zaman bana da Kürtçe öğretir misin? Anadilime bu kadar uzak kalmak içime sinmiyor bir türlü.
- Öğrenmeye gerçekten niyetliysen neden olmasın. Elimden geleni yaparım.
- Güzel o zaman numaramı yazsana.
Sevtap hiç beklemediği anda tüm sohbeti gözünde canlandırarak telefonunu çıkartmaya çabaladı. Heyecanlanmıştı. Elinin heyecandan titrediğinin anlaşılmaması için alelacele telefonu Can'a uzattı.
- Al sen yaz.
Can numarayı yazdıktan sonra telefonu geri verdi. Elini uzatarak "güle güle arkadaşlar, tekrar görüşmek üzere" dedi ve hızla arkasını dönüp içeri gitti. İki dost ise ne olduğunu anlayamadan hızla dışarı attı kendini. Bir an önce çıkmaları gerektiği hissine kapılmışlardı.
Sevtap bardan çıkar çıkmaz Can'ın şu sözünü düşündü: "Bir Alevi'nin en yakın arkadaşı ya Alevidir ya da komünist." Alevi değildi. Kürttü. Ama Yezid torunuydu. Bu durumda Can'dan kendisine çok yakın bir karakter çıkacaktı. Sanırım o da komünistti.
Can haklıydı...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğum günü şeysi - 3 Temmuz

Yıllar önce, 1990 yılında, bir 1 Temmuz gününde, yolların açıldığı, karın eridiği, havanın ılıştığı ve insanların dinçleştiği bir yaz günü karısına selam vermeksizin içeri girdi Mehmet. Yemeğini yedi. Çocukları azarladı. Karısı da payını aldı bundan. Yemekleri eleştirdi. Ama ne eleştiri. Küçük çaplı sevimli bir terör estirdi. İstemeden, el alışkanlığıyla karısına da bir tane çakıverdi. Hiç sevmezdi kuyruk yağı olmayan bulgur pilavını. Kaç defa söyledi, olmayınca istemsiz şekilde vuruverdi omuzuna kadının. *** Çocuklar bunu görünce bir anda tüm şımarıklıklarını kestiler. Artık onlar için zaman daha ağır akmaya, kuşlar ötmemeye, kuzular melememeye, kar altındaki topraktan başını çıkaran yılanlar toprağın altına geri dönmeye, yerdeki halıların desenleri dans etmeye, gözleri cansızlanmaya, babaları büyümeye, bir önceki gün marketten çaldıkları bisküvileri süte kırarak gizli gizli yeme fikirleri iyiden iyiye kaybolmaya ve bu fikrin yerini annelerinin yaptıkları kuyruk yağsız bulgur p...

Gecenin gözü

Gecenin gözü gördü, Çıkıp konuşsa, anlatsa her şeyi Senin hakkını sana, Benim hakkımı bana... Duvarlar bile daralıyordu, Sen ağlayınca. Bak şimdi nasıl da görünüyor Gökyüzü ferah ferah. Yıldızların altında gibi açık göğümüz. Koyun koyuna... Sıcacık...

Yetişkin eğitiminden yaşam boyu öğrenmeye geçiş - Bir eğitim makalesi

Eğitim, öğrenmenin sistematikleştirilmiş halidir. Öğrenmeye göre çok daha dar bir kavram olan eğitim kavramı daha gelişkin mekanizmaların kurulabilmesi için daha gelişkin bireylere ihtiyaç duyulmasından kaynaklı ortaya çıkmış bir kavramdır. İlk olarak Fransız sanayi devrimiyle somut düzlemde ele alınmaya başlanan bu gerçeklik kendisini fabrikalarda makineyi kullanmayı bilen eleman ihtiyacında göstermiştir. Makine kullanımının ve iş yönteminin öğretilmesinde karşılaşılan zorluklar, tarihin ilk burjuva devriminde öğretimi halk için sistematikleştiren yaklaşımı, yani eğitimi doğurmuştur. Sanayi devriminin öncelerinde bilgi aktarımlarını gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek adına kurulan çeşitli kurumlar(kiliseler, camiler, manastır ve medreseler vb.) faydacı özellik gütmemesinden dolayı modern eğitim kavramına tam olarak denk düşmemektedir. Bu surette eğitim; faydalar çerçevesinde sistematikleştirilmiş öğrenmelerdir diyebiliriz. Bu noktada eğitim kavramıyla yetişkin kelimeleri yan yan...