Ana içeriğe atla

Haziran'ın seçimi - I : Haziran ne yapmamalıdır?

Birleşik Haziran Hareketi Gezi direnişindeki politik yönsüzlük, önderlik ve adres eksikliğini doldurma iddiasıyla kurulan, merkezi siyaseti temel hedef alan ve açıktan olmasa da çizdiği tablo itibariyle Sosyalist Türkiye’yi arzulayan bir harekettir. İçinde birbirinden farklı geleneklerin, siyasetlerin ve sanatçı-aydının bulunduğu, tabanı itibariyle de Gezi’de sokağa dökülen milyonlardan olan sosyalistlerin, sosyal demokratların, Alevi-Sünni, Türk-Kürt solcuların, sol Kemalistlerin ve başka dağınık grupların olduğu bileşimdir.
Bu çokça yazıldı çizildi fakat girişte yapılacak tanım şu açıdan hayati öneme sahiptir: seçimlerde Haziran’ın alacağı tavır kuşkusuz ki kuruluş amacından, biçiminden ve gideceği yönden beslenecek, bu zemine basacaktır mümkün olduğunca.
İşte bam teli de burası. Şunda şüphe yok ki Haziran seçim ittifakı ve seçimlere yönelik kurulan bir hareket değildir. Yine de bu tanım BHH'nin seçimlere giremeyeceği anlamına gelmemeli. Burası işin fiili durumudur. Aynı zamanda şu konuda da bir kuşkunun olmaması gerek, sözü geçen kitleyi kapsama olasılığı olan CHP ve HDP bu kitleyi kapsayamazdı. Sosyalistler de yeterince güçlü değillerdi tek başına. CHP ve HDP’nin kapsayamayacağı, sosyalistlerin de tek başına konsolide edemeyeceği bu kitle aslında, CHP ve HDP dışında yeni bir alternatif için var oldular Haziran’da. Toparlayacak olursak, CHP ve HDP Gezi’nin ileri unsurlarını kapsayacak niteliğe ve arzuya sahip olmadıkları için Haziran ayrı bir alternatif için ortaya çıkmış oldu. Başka bir deyişle CHP ve HDP de ideolojik olarak tartışmalı da olsa düştükleri taraf açısından düzen cephesinde kaldılar. Oysa Haziran başka bir cephe. Çünkü gücünü aldığı kitle açık bir şekilde düzen dışı ya da düzen dışına çıkmak isteyen bir çizgide.
Buradan yola çıkarsak seçimlerde Haziran’ın bu iki güce kanalize olması Haziran'ın kuruluş ilkelerine ve idealine ters düşecektir. Sadece bu tanımdan yola çıkarak BHH’nin seçim politikasının bu iki seçenekle son derece mesafeli bir konumda olması gerekiyor.
Kapitalizm tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yapısal krizlerle boğuşuyor. Bunların en yakın iki örneği var: ekonomi ve laiklik. Ekonomik sebeplerle Yunanistan’da yeni ‘alternatif’ ortaya çıktı. Diğer mesele ise özellikle IŞİD kontrolsüzlüğü ve yakın örnek olarak Charlie Hebdo saldırısından ötürü Avrupa’nın içine düştüğü laiklik sorunsalı.
Yunanistan’da, bazı riskleri olsa da Syriza üzerinden düzene bir restorasyon çekiliyor. Söylemleri de ismi gibi radikal ama altyapı yoksunluğundan ötürü altı boş olan bu hareket iktidara gelerek sözlerinin altındaki boşluğa doğru düşmeye ve PASOK’tan neredeyse farksız hale gelmeye başladı. AB troykasının dayattığı borç paketini son olarak kabul etmek zorunda kalan Syriza, düzeni yıkıp devrim yapamayacaksa, ne yapacak? Bence mesele gayet açık, tencerenin kapağını aralayıp buharı almakla birlikte düzende çok da yumuşak olmayan bir restorasyon yapacak ve oradaki kapitalizmi dimdik ayakta tutmaya devam edecektir.
Peki ya laiklik sorunsalı? Avrupa kapitalizmi burada da çok derin bir kriz içindedir. Bu meseleyi daha sonra ele alabiliriz tekrar fakat Türkiye’yi de ilgilendiren başlıklardan biridir. Başka açıdan meseleyi ele almaya çalışalım.
Şöyle ki, yüzde birlerde oy olasılığı olduğu tarafımca tahmin edilen Haziran, neden seçimde bu kadar önemli hale gelmektedir? Soruyu başka şekillerde de sorarsam ne demek istediğim sanırım anlaşılır: 12 Eylül referandumunda solun ne dediği neden çok önemliydi? Ya da türbanın serbestiliği konusundaki tartışmalarda? Nihayet sorudan çıkıp algıya geçebiliriz: solun bir kısmı bu iki olaya onay vermeseydi bu iki olay bu kadar kolay gerçekleşebilir miydi sizce?
Düzen yapacağı pek çok restorasyonda-müdahalede sol soslu ya da solcu kişilerin-kurumların-aydınların onayını almak zorundadır. Çünkü sol meşru zemin kurgulamada çok iyidir ve her şeyden önemlisi sol bulunduğu yerin vicdanıdır. Solun onaylamadığı şey meşru değildir.
Türkiye’de de kapitalizmin serbest piyasasının önüne kurulmaya çalışılan diktatörlük tarafından, doğrudan ya da dolaylı pek çok engel çıkarılmakta, kapitalizmin sekteye uğraması, sermayenin el değiştirmesi, sermaye ihtiyaçlarını karşılayamayan Pazar-işgücü-hammade üçgenin yaratılacağı gün gibi aşikardır. Bu gidişat(doğru anlaşılsın, AKP’nin diktatörleşme eğiliminden söz ediliyor) doğrudan AKP eliyle yapılamayacağı gibi bu ülkede de tutmayacak bir çizgi oluşturmaktadır.
Uzun lafın kısası, Türkiye’de gericiliğin başını alıp gitmesi bir raddeden sonra sermayeyi zora sokacak, el değiştirmeye itecek ya da Pazar payını ve işgücünü niteliksizleştirerek hayli küçülmeye zorlayacak. Bu gericiliğin başat aktörü AKP ve onun başkanı RTE’dir. AKP’nin bu kurguyla devam etmesi koşulunda hem emperyalizmin Ortadoğu planları değişmek-revize edilmek-sekteye uğramak gibi risklerle yüzyüze kalacak hem de kapitalizmin ve kapitalistlerin selahatleri açısından hayli zor bir noktaya ulaşacaktır. Bu rejimdeki gidişata bir yerden müdahale etmeye başlanmalıdır. Bu da gericiliği dengeleyecek bir unsurla, vurulacak bir neşterle mümkün olacak gibi görünüyor. Velhasıl kelam AKP gidicidir. Ve bu yapılırken de öyle ya da böyle sol ya da solumsulardan onay veya destek alınacaktır.
Şimdi tabloyu birleştirebiliriz sanırım. Düzendeki restorasyon zorunlu hale gelmiştir. Benim favori senaryom ise şudur: Hakan Fidan’lı AKP ekibi ile solumsu ve barajı geçen HDP bir ittifak ile bunu sağlayacakken, CHP de siyasetiyle bu gidişi onaylayacaktır. Bu durumda BHH’nin, yani Haziran’ın, seçimlerde bu iki oluşumdan da mutlak surette uzak durması gerekecek. Ha keza HDP barajı geçemediğinde ise Hakan Fidan’lı AKP zaten yeterli revizyon yapabilecek ve bunun için yeterli milletvekili sayısına da ulaşacaktır. Her durumda Haziran’ın bu ikiliden kesinlikle seçim tavrı olarak uzak durması gerek.
Bu gerekliliğin başka formülasyonları da mevcut elbette. Haziran seçim ittifakı üzerinden kurgulanmış bir hareket değildir. Haziran’ın niyeti düzeni ‘yaşanabilir’ hale getirmek değil, onu yıkacak güçlü bir karşıtlığı ve hattı örgütlemektir. Düzeni yıkacak kadar gidebilecek mi bakacağız. Fakat düzeni kesinkes bir şekilde yıkmaya aday ve buna iddiası olanların önünü açacak bir mücadele zemini iddiasını taşımak zorundadır Haziran.
BHH, herhangi bir ittifaktan uzak durarak, bunu ilkeleri ve bileşenlerinin attıkları adımlarla netleştirerek yoluna devam edecekken boykot, bağımsız aday, tabanı komple serbest bırakma gibi yollarla da yola devam edemez. BHH’nin neyi yapmayacağı konusu bu kadar olsun. Neyi yapacağını ise bir sonraki yazıda netleştirmeye çalışacağım. Zaten BHH meclislerinin önemli bir çoğunluğunda da bu eğilim hakim şimdilik. 28 Şubat-1 Mart arasında muhtemelen iki gün boyunca sürecek toplantı silsilesiyle de net tavrını açıklayacak olan Haziran’a yetişmek umuduyla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğum günü şeysi - 3 Temmuz

Yıllar önce, 1990 yılında, bir 1 Temmuz gününde, yolların açıldığı, karın eridiği, havanın ılıştığı ve insanların dinçleştiği bir yaz günü karısına selam vermeksizin içeri girdi Mehmet. Yemeğini yedi. Çocukları azarladı. Karısı da payını aldı bundan. Yemekleri eleştirdi. Ama ne eleştiri. Küçük çaplı sevimli bir terör estirdi. İstemeden, el alışkanlığıyla karısına da bir tane çakıverdi. Hiç sevmezdi kuyruk yağı olmayan bulgur pilavını. Kaç defa söyledi, olmayınca istemsiz şekilde vuruverdi omuzuna kadının. *** Çocuklar bunu görünce bir anda tüm şımarıklıklarını kestiler. Artık onlar için zaman daha ağır akmaya, kuşlar ötmemeye, kuzular melememeye, kar altındaki topraktan başını çıkaran yılanlar toprağın altına geri dönmeye, yerdeki halıların desenleri dans etmeye, gözleri cansızlanmaya, babaları büyümeye, bir önceki gün marketten çaldıkları bisküvileri süte kırarak gizli gizli yeme fikirleri iyiden iyiye kaybolmaya ve bu fikrin yerini annelerinin yaptıkları kuyruk yağsız bulgur p...

Gecenin gözü

Gecenin gözü gördü, Çıkıp konuşsa, anlatsa her şeyi Senin hakkını sana, Benim hakkımı bana... Duvarlar bile daralıyordu, Sen ağlayınca. Bak şimdi nasıl da görünüyor Gökyüzü ferah ferah. Yıldızların altında gibi açık göğümüz. Koyun koyuna... Sıcacık...

Yetişkin eğitiminden yaşam boyu öğrenmeye geçiş - Bir eğitim makalesi

Eğitim, öğrenmenin sistematikleştirilmiş halidir. Öğrenmeye göre çok daha dar bir kavram olan eğitim kavramı daha gelişkin mekanizmaların kurulabilmesi için daha gelişkin bireylere ihtiyaç duyulmasından kaynaklı ortaya çıkmış bir kavramdır. İlk olarak Fransız sanayi devrimiyle somut düzlemde ele alınmaya başlanan bu gerçeklik kendisini fabrikalarda makineyi kullanmayı bilen eleman ihtiyacında göstermiştir. Makine kullanımının ve iş yönteminin öğretilmesinde karşılaşılan zorluklar, tarihin ilk burjuva devriminde öğretimi halk için sistematikleştiren yaklaşımı, yani eğitimi doğurmuştur. Sanayi devriminin öncelerinde bilgi aktarımlarını gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek adına kurulan çeşitli kurumlar(kiliseler, camiler, manastır ve medreseler vb.) faydacı özellik gütmemesinden dolayı modern eğitim kavramına tam olarak denk düşmemektedir. Bu surette eğitim; faydalar çerçevesinde sistematikleştirilmiş öğrenmelerdir diyebiliriz. Bu noktada eğitim kavramıyla yetişkin kelimeleri yan yan...