Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Ekim, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sinir bozan haller

Durduk yere sinirinizin bozulduğu olur mu hiç? Benim çok. Hangi birini söyleyeyim? Kendi kendimize can sıkıntısı yaratıyoruz. Rakı içmek gibi mesela. Tüm gece boyunca içersin. Gayet de keyif verir lakin sabaha müthiş bir baş ağrısıyla uyanmanız son derece mümkündür. Ya da çiğköfte yeme mevzuusu vardır. Ama bu çok klişeleştiği için bazı konulu vinelar sayesinde, buna hiç girmicem. İnsanlar değişik. İnsanlar sinir bozucu. İnsanlar gayrı samimi. Hayat hatayı kaldırmıyor. Hayat boşluk kaldırmıyor. Hayat acımasız. Düşünün şimdi, biz de insanız ve böyle bir hayatı yaşıyoruz. Ortaya nasıl bir sonuç çıkmasını beklersiniz? Ben bekledim güzel sonuçların çıkmasını. Çıkmıyor, boşuna beklemeyin. Her kafadan bir ses çıkıyor. Herkes içindeki doğruları paylaşınca insanlığından kaybedeceğini düşünüyor. Ey insanlık, merak etmeyin, tüm bunların yanında insanlar aptal da değil nihayetinde. O kapıya çıkacak ufak bir tını sizi ele veriyor zaten. Muhafazakar bir tarza bürünüp hemen kendinizi korumaya ...

İnsanın unuttuğu tanrılar

(Bir önceki yazının devamı. Aslında her yazı öyle değil midir. Neyse, yazıya odaklanıyorum.) Ölümün soluğu filmindeki efsanevi bakış açılarından biri belki bana antitez olarak sunulabilir. Fakat bu da benim isyanımın gerçekliğine bir dermandır. İzlemeyeniniz varsa tezelden açıp baksın. Bir grup Yahudi toplama kampındadır ve ertesi günlerde gaz odalarına gönderilecektir. Bu arada son derece eğitimli kişilerin de olduğu enteresan bir koğuş mevcut. Aralarında üst düzey hukukçu, yanlış hatırlamıyorsam bir fizik profesörü, yüksek eğitimden geçmiş bir kaç kişinin yanında haham da var, köylü de. Aralarında geçen bir tartışmadan sonra bir mahkeme kurup tanrıyı yargılama işine girişirler. Tahmin edeceğiniz gibi, onu suçlu bulurlar. Fakat yine de cezasını vermezler tanrının. Tanrının elindeki güçten korkup tanrının gücünün verdiği merhamete sığınarak yine dualarını okuyarak giderler gaz odalarına.  Yani, tanrının bir gücü olmasaydı, ne kadar seveni ya da inananı olurdu? Aba altından...

Tanrının unuttuğu yerler

Sıklıkla kullandığımız bir dil alışkanlığımız var. Şehir hayatına kendimizi öyle kaptırmışız ki, her şeyin erişilebilir ve elimizin altında olmasını isteriz her daim. Bunlara erişimin kısıtlı, zor ya da engelli olduğu durumlarda ise sıklıkla "Allah'ın unuttuğu yer" diye tanımlarız. Dün bir arkadaşla sohbet ederken aydım meseleye biraz da. Evet, burada tanrı, kent yaşamı oluyor. Tümcenin öncesindeki diyalogların da belirleyiciliğinde olmak koşuluyla, genellikle tanrı atfı yapılan kent yaşamıdır. Aslında olanaklara erişmek de diyebiliriz.  Erişilebilirlik... Şu an tanrının unuttuğu yerde olmak isterdim. Fakat buna gerek yok. Yapmam gereken şey çok basit; kendimi unutmam. Yanlış duymadınız. Tanrı benim. Tanrı sensin. Tanrı o. Herkes kendi tanrısını yaratır aslında. Hadi gelin bu provoke edici konuyu birlikte işleyelim. Baştan söyleyeyim, dini inancıma hakaret vs diyecekseniz bu yazıyı kapatın ve doğrudan bir savcının önüne koyun. Çünkü bundan sonrası bunların tümünü i...

Korkmak üstüne saçmalamaca

Korkmak insana has bir duygudur. Kendini kimi zaman yatak odasında bırakır, kimi zaman rakı kadehinde. Korkusu olan insan ya bir hata yapmıştır ya da neyle karşı karşıya oluşundan habersizdir. Kimi zaman yüreğin ürperir korkarsın kaybetmekten, kimi zaman canın sıkılır, korkarsın korkmaktan. İşin ucu bucağı yok ki arkadaş, kiminde biriyle karşılaşmaktan korkarsın, kiminde biriyle karşılaşamamaktan. Evet, korkmak insani bir duygu. Fakat açıklayabilir misiniz bir insanın söyleşmekten neden korktuğunu? Öyle değil mi ya, yüzüne tokat yemeyeceksin. Başını kesecek bir IŞİD militanı da yok ortada. Ölmeyeceksin yahu, korkma bu kadar. En az da bohemler korkarmış. Bir nevi karşı koyuş, en çok da can sıkıntısı. Nedir birader olay? Şık bir papyon takıp baloya mı katılman gerek? Siktiret, salla gitsin. Ne de olsa para bok. Tak koluna küpü düş vadinin yoluna. İç sabaha kadar. Korkuya gerek yok ki bu durumda. Bizdeki öyle mi ama! Tak koluna saati, düş otostopa, düş görmeye başla! Bohemlik, doktor ya...

“Şehir hayatı muhafazakârlığı kaldırmıyor”

Köyde imam, kentte komünist   BAYRAM ULUAD Ordu’nun Ünye ilçesinin Çiğdem köyünden, 1932 doğumlu, 34 yaşına kadar köyde imamlık yapmış ve 34’ünden bu yana bir komünist olarak yaşamış İbrahim Çayır’la görüşme yaptık. İbrahim Çayır, Komünist Parti Ankara İl örgütünde örgütlü mücadelesine devam etmektedir. Ayrıca 2009 ve 2014 seçimlerinde Türkiye Komünist Partisinin Ordu Belediye Meclis üyeliği adayıydı. Ne zaman başladın imamlığa ve ne kadar süre yaptın? 18 yaşındayken köyde imam kalmamıştı. Ben de Arapça biliyordum ve bana “dışarıdan imam getirtmeyelim gel sen imam ol” dediler. Ben de köylünün tarlama bakması karşılığında, köylüden tek kuruş para almadan imamlık yapmaya başladım.   İmamlığın süresince nasıl vaazlar verdin ve unutamayacağın bir anın var mı? Ben imamlığım süresince hiç Kuran’dan vaaz vermedim. Çünkü insanların anlayacağı şeyler söylemek gerekiyordu. Ben de sürekli bazı sureleri ve ayetleri referans göstererek insanları paylaşmaya, dayanışmaya ve yardımlaşmaya...