Bir garip boşlukta yitiriyorum bendimi. Anlamsızlaşıyor, silikleşiyorum. Neyi neden yaptığımı bilemez oluyorum kimi zaman. Kimi zaman da kimsenin beni anlamadığından yakınıyorum. Ben anlamamışken bendimi, öteki nasıl kendimi...
Büyük boşluklardan düşüyorum artık. Çocuksu değil öyle. Seri cinayet işler gibi ciddi. Galiba umutsuzlaşıyorum. İyiden iyiye tüketiyorum kalbimi. En ilkel insan niteliklerini bile yaşayamıyorum. Ya full abaza ya aseksüelite. Ortasını bir türlü denk getiremiyorum. Kandırmak ve yalan söylemek garip bir şekilde yeniden cazip geliyor.
Ölümüne bir yalnızlık budalasına dönmek istiyorum yalnızlıktan kaçtıkça. Evet, ölesiye korkuyorken yalnızlıktan, ölüyorum yalnızlıktan. Küstürdüm. Kırdım. İncittim. Artık gamsızlıktan çatırdıyor göğüs kafesim. Sanki değiyor da çeketimin fermuarı gömleğimin cep düğmesine, öyle bir sızı var. Çeketi çıkarıyorum ama sızı devam ediyor. Öyle testereyi ağaca vururken çıkan sese benzer bir ses geliyor hatta. Tabii çeketsiz de geliyor ses. Demek sorun çekette değil diyerek tekrar giyiyorum. Sonra tekrar. Bir gece çeketli bir gece çeketsiz. Tek gecelik çeket. Gömleğin de vay haline. Nasibini alıyor tabii o da. Sonuçta bu kısır döngü hem kırılan çeketleri arttırıyor, hem de gömleği çok daha çabuk yıpratıyor.
Elbise içindeki bedenden söz etmeye gerek kalmıyor zaten. İflas bayrağını çoktan çekmiş beni hastaneye yatırın diye bağırıyor. Hastanelik bedenin kalbi ise hala hırlıyor. Hırlayan köpek saldırır derler. Peki ya kalp? Kapatır mı kapakçıklarını kimselere.
Neyse ki her duygusal boşluğumda mantığım devreye giriyor:
"Yeter ulan ejderhasını eğittiklerim. Amma lagaluga yaptınız. Ne romantizmmiş yanınakoyim. 'Sokak' diyorum. 'Eylem' diyorum. 'İş' diyorum. 'Seviş' diyorum. 'Akıllı adamsın, aklını kullan, sıyrıl' diyorum. Gül benizli çocuğa benzemiyorum. Gerçeğim ben gerçek! Senin gerçekliğin benim. İnsanlar ölüyor pazarlarda. Dört ayaklı minare altında sevgiliyle buluşma vakti değil, ölme vakti diyorum Bayram'ım."
Sonra mi?
Zaten sabah oluyor. Çantamı alıp işe gidiyorum güleryüzle.
Öyle işte.
Büyük boşluklardan düşüyorum artık. Çocuksu değil öyle. Seri cinayet işler gibi ciddi. Galiba umutsuzlaşıyorum. İyiden iyiye tüketiyorum kalbimi. En ilkel insan niteliklerini bile yaşayamıyorum. Ya full abaza ya aseksüelite. Ortasını bir türlü denk getiremiyorum. Kandırmak ve yalan söylemek garip bir şekilde yeniden cazip geliyor.
Ölümüne bir yalnızlık budalasına dönmek istiyorum yalnızlıktan kaçtıkça. Evet, ölesiye korkuyorken yalnızlıktan, ölüyorum yalnızlıktan. Küstürdüm. Kırdım. İncittim. Artık gamsızlıktan çatırdıyor göğüs kafesim. Sanki değiyor da çeketimin fermuarı gömleğimin cep düğmesine, öyle bir sızı var. Çeketi çıkarıyorum ama sızı devam ediyor. Öyle testereyi ağaca vururken çıkan sese benzer bir ses geliyor hatta. Tabii çeketsiz de geliyor ses. Demek sorun çekette değil diyerek tekrar giyiyorum. Sonra tekrar. Bir gece çeketli bir gece çeketsiz. Tek gecelik çeket. Gömleğin de vay haline. Nasibini alıyor tabii o da. Sonuçta bu kısır döngü hem kırılan çeketleri arttırıyor, hem de gömleği çok daha çabuk yıpratıyor.
Elbise içindeki bedenden söz etmeye gerek kalmıyor zaten. İflas bayrağını çoktan çekmiş beni hastaneye yatırın diye bağırıyor. Hastanelik bedenin kalbi ise hala hırlıyor. Hırlayan köpek saldırır derler. Peki ya kalp? Kapatır mı kapakçıklarını kimselere.
Neyse ki her duygusal boşluğumda mantığım devreye giriyor:
"Yeter ulan ejderhasını eğittiklerim. Amma lagaluga yaptınız. Ne romantizmmiş yanınakoyim. 'Sokak' diyorum. 'Eylem' diyorum. 'İş' diyorum. 'Seviş' diyorum. 'Akıllı adamsın, aklını kullan, sıyrıl' diyorum. Gül benizli çocuğa benzemiyorum. Gerçeğim ben gerçek! Senin gerçekliğin benim. İnsanlar ölüyor pazarlarda. Dört ayaklı minare altında sevgiliyle buluşma vakti değil, ölme vakti diyorum Bayram'ım."
Sonra mi?
Zaten sabah oluyor. Çantamı alıp işe gidiyorum güleryüzle.
Öyle işte.
Yorumlar
Yorum Gönder