Son zamanlarda dillendirilen bir konu,
Erdoğan'ın haklılık hali. Erdoğan gerçekten sürekli haklı mı peki? Ülkenin
önemli bir kısmını hala yönetemiyor oluşu ve uluslar arası siyasette hedef
tahtasına oturması durumun pek de öyle olmadığını açıklamaktayken, Erdoğan'ın
hala iktidarda oluşu ise sürekli haklı olduğunu göstermeye yetiyor. Erdoğan pek
çok burjuva siyasetçisinin yaptığı manevrayı yapıyor ve güç siyasetine
başvuruyor. Günü geliyor kaba güç gösterisi olarak kendini gösteriyor, günü
geliyor uluslar arası bir tartışmada angajman kuralları adı altında haklılık
olarak kendini gösteriyor. Erdoğan sürekli, meşru bir zemin yaratıp oradan aldığı
güçle yeni bir siyasi manevra yapabiliyor. İstediği kadar tutarsız olsun, bu
durum onu sürekli haklı kılıyor.
Araya hemen Kürt Ulusal Hareketinin(KUH)
manevralarını sokmak istiyorum. KUH'nin var olan güçle yaptığı siyasi
manevralar büyük ölçüde güçlü ve etkilidir. Bu güç, yeni bir gücün doğmasına ön
ayak olma iddiasıyla Türkiye sosyalist solunun çoğunluğunu kendisiyle birlikte
hareket etmeye ikna etmiştir. Türkiyelileşme adı altında önerilen birliktelik
düzen partisi olma iddiasıyken, Türkiye sosyalist solunun bu durumu ilkesel bir
birliktelik fırsatı olarak kodlaması göze çarpmaktadır. Sosyalist hareketlerin,
ilkelerine mümkün olduğunca sadık kalarak siyaset yapması hareketin hayrınadır.
Bu ilkeler ortadan kalkarsa sosyalist siyasetin temel meşru noktası da
zedelenir. Bu kaygıdan dolayı pragmatik bir işbirliği, ilkesel olarak
gösterilmek istenmektedir.
Gelmek istediğim nokta sosyalist
solun ilkelerine geri dönmesi gerekirken KUH'den kopuk bir siyasi zemini hala
taşıyamamasıdır. Bunun sebebi ise KUH ile hareket etmekten doğan meşru zeminin yarattığı
manevra mecburiyeti ve kolaylığıdır. En yakın örnek olarak Levent Tüzel olayı
incelenebilir. Türkiye solu da KUH ile birlikte güç siyaseti yapmaya başlamış,
ellerindeki zemini terk etmeyi gerilemek olarak kodlayıp kendine bir kez daha
meşru zemin yaratma çabasına girmiştir. Bu durumun kendisi ise politik düzlemde,
düzenle işbirliğine varacak bir zemin yaratmıştır. Bu işbirliği solu esas
siyaset yapma alanlarından uzaklaştırmış, zaten pek görülmeyen sınıf
siyasetinden koparmaya başlamıştır. Sınıf siyasetinden kastımız işçicilik
yapmak ya da emeğin desteklenmesi gibi sosyal demokrat talepleri değil, sınıfın
iktidarını temele koymaktır.
Leninist örgütler, siyasetin
gücünün ve öneminin farkında olarak, işçi sınıfına siyasetle ulaşmayı önüne
koyup sosyalist iktidar mücadelesini bu yolla gerçekleştirmektedir. Siyasi
manevra yapılmasının Leninist örgütler için sınırı vardır. Sınır aşıldığında
uzlaşmaz çelişki üzerinden oportünizm kolaylaşır ve zemin aslında terk edilmiş
olunur. 'Kaba siyaset'ten, büyük siyasete geçişin güç siyasetiyle değil,
siyasetin gücüyle açıklanmaya çalışılması anlamlı olandır. Siyasetin gücünü
değerlendirmek ile güç siyaseti arasındaki fark ise kendini zaten somutluyor. Düzen
içine dönük müdahaleyi, var olan siyasi zemini kullanıp meşru hareket noktaları
yaratarak devrimci sürece gitmek isteyenler ve var olan siyasi zemini terk
etmek pahasına 'mevzi kazanmak' üzerine kurulu düzen içi ilerleyişi hedeflemeye
başlayanlar gibi. Yani birisi ikinci cepheyi, diğeri ise beşinci cepheyi
kurmaya dönüktür. İkinci cepheciler çok açık şekilde ‘antagonist çelişkiyi’,
beşinci cepheciler ise politik çelişkiyi, Murat Belge'nin tarifiyle ‘üst-belirlenimli
ve çözülebilecek çelişkiyi’ örgütlerler. Komünist Parti'nin, proleterya adına
siyaset yapma iddiası hangi cepheci olduğunu gösteriyor sanırım. Güç
siyasetinin getirdiği uzlaşmacı çizgi ise kendini mecliste çeşitli örneklerde sık
sık somutlayacaktır. Tıpkı Fransa’da somutladığı gibi.
Son
söz niyetine, güç siyaseti taviz gerektiren ve uzlaşmacı bir noktaya getiren
siyasi bir hat örmeyi gerektiriyor. Sosyalistlerin buradan uzaklaşıp bağımsız
politik hatta oturması gerekmektedir. İlkeli, tutarlı ve devrimci bir sınıf
siyaseti.
litik hatta oturması gerekmektedir.
İlkeli, tutarlı ve devrimci bir sınıf siyaseti.
Yorumlar
Yorum Gönder