Ana içeriğe atla

Güç siyaseti ve sosyalistler - II

Son zamanlarda dillendirilen bir konu, Erdoğan'ın haklılık hali. Erdoğan gerçekten sürekli haklı mı peki? Ülkenin önemli bir kısmını hala yönetemiyor oluşu ve uluslar arası siyasette hedef tahtasına oturması durumun pek de öyle olmadığını açıklamaktayken, Erdoğan'ın hala iktidarda oluşu ise sürekli haklı olduğunu göstermeye yetiyor. Erdoğan pek çok burjuva siyasetçisinin yaptığı manevrayı yapıyor ve güç siyasetine başvuruyor. Günü geliyor kaba güç gösterisi olarak kendini gösteriyor, günü geliyor uluslar arası bir tartışmada angajman kuralları adı altında haklılık olarak kendini gösteriyor. Erdoğan sürekli, meşru bir zemin yaratıp oradan aldığı güçle yeni bir siyasi manevra yapabiliyor. İstediği kadar tutarsız olsun, bu durum onu sürekli haklı kılıyor.
Araya hemen Kürt Ulusal Hareketinin(KUH) manevralarını sokmak istiyorum. KUH'nin var olan güçle yaptığı siyasi manevralar büyük ölçüde güçlü ve etkilidir. Bu güç, yeni bir gücün doğmasına ön ayak olma iddiasıyla Türkiye sosyalist solunun çoğunluğunu kendisiyle birlikte hareket etmeye ikna etmiştir. Türkiyelileşme adı altında önerilen birliktelik düzen partisi olma iddiasıyken, Türkiye sosyalist solunun bu durumu ilkesel bir birliktelik fırsatı olarak kodlaması göze çarpmaktadır. Sosyalist hareketlerin, ilkelerine mümkün olduğunca sadık kalarak siyaset yapması hareketin hayrınadır. Bu ilkeler ortadan kalkarsa sosyalist siyasetin temel meşru noktası da zedelenir. Bu kaygıdan dolayı pragmatik bir işbirliği, ilkesel olarak gösterilmek istenmektedir.
Gelmek istediğim nokta sosyalist solun ilkelerine geri dönmesi gerekirken KUH'den kopuk bir siyasi zemini hala taşıyamamasıdır. Bunun sebebi ise KUH ile hareket etmekten doğan meşru zeminin yarattığı manevra mecburiyeti ve kolaylığıdır. En yakın örnek olarak Levent Tüzel olayı incelenebilir. Türkiye solu da KUH ile birlikte güç siyaseti yapmaya başlamış, ellerindeki zemini terk etmeyi gerilemek olarak kodlayıp kendine bir kez daha meşru zemin yaratma çabasına girmiştir. Bu durumun kendisi ise politik düzlemde, düzenle işbirliğine varacak bir zemin yaratmıştır. Bu işbirliği solu esas siyaset yapma alanlarından uzaklaştırmış, zaten pek görülmeyen sınıf siyasetinden koparmaya başlamıştır. Sınıf siyasetinden kastımız işçicilik yapmak ya da emeğin desteklenmesi gibi sosyal demokrat talepleri değil, sınıfın iktidarını temele koymaktır.
Leninist örgütler, siyasetin gücünün ve öneminin farkında olarak, işçi sınıfına siyasetle ulaşmayı önüne koyup sosyalist iktidar mücadelesini bu yolla gerçekleştirmektedir. Siyasi manevra yapılmasının Leninist örgütler için sınırı vardır. Sınır aşıldığında uzlaşmaz çelişki üzerinden oportünizm kolaylaşır ve zemin aslında terk edilmiş olunur. 'Kaba siyaset'ten, büyük siyasete geçişin güç siyasetiyle değil, siyasetin gücüyle açıklanmaya çalışılması anlamlı olandır. Siyasetin gücünü değerlendirmek ile güç siyaseti arasındaki fark ise kendini zaten somutluyor. Düzen içine dönük müdahaleyi, var olan siyasi zemini kullanıp meşru hareket noktaları yaratarak devrimci sürece gitmek isteyenler ve var olan siyasi zemini terk etmek pahasına 'mevzi kazanmak' üzerine kurulu düzen içi ilerleyişi hedeflemeye başlayanlar gibi. Yani birisi ikinci cepheyi, diğeri ise beşinci cepheyi kurmaya dönüktür. İkinci cepheciler çok açık şekilde ‘antagonist çelişkiyi’, beşinci cepheciler ise politik çelişkiyi, Murat Belge'nin tarifiyle ‘üst-belirlenimli ve çözülebilecek çelişkiyi’ örgütlerler. Komünist Parti'nin, proleterya adına siyaset yapma iddiası hangi cepheci olduğunu gösteriyor sanırım. Güç siyasetinin getirdiği uzlaşmacı çizgi ise kendini mecliste çeşitli örneklerde sık sık somutlayacaktır. Tıpkı Fransa’da somutladığı gibi.
Son söz niyetine, güç siyaseti taviz gerektiren ve uzlaşmacı bir noktaya getiren siyasi bir hat örmeyi gerektiriyor. Sosyalistlerin buradan uzaklaşıp bağımsız politik hatta oturması gerekmektedir. İlkeli, tutarlı ve devrimci bir sınıf siyaseti. litik hatta oturması gerekmektedir. İlkeli, tutarlı ve devrimci bir sınıf siyaseti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Doğum günü şeysi - 3 Temmuz

Yıllar önce, 1990 yılında, bir 1 Temmuz gününde, yolların açıldığı, karın eridiği, havanın ılıştığı ve insanların dinçleştiği bir yaz günü karısına selam vermeksizin içeri girdi Mehmet. Yemeğini yedi. Çocukları azarladı. Karısı da payını aldı bundan. Yemekleri eleştirdi. Ama ne eleştiri. Küçük çaplı sevimli bir terör estirdi. İstemeden, el alışkanlığıyla karısına da bir tane çakıverdi. Hiç sevmezdi kuyruk yağı olmayan bulgur pilavını. Kaç defa söyledi, olmayınca istemsiz şekilde vuruverdi omuzuna kadının. *** Çocuklar bunu görünce bir anda tüm şımarıklıklarını kestiler. Artık onlar için zaman daha ağır akmaya, kuşlar ötmemeye, kuzular melememeye, kar altındaki topraktan başını çıkaran yılanlar toprağın altına geri dönmeye, yerdeki halıların desenleri dans etmeye, gözleri cansızlanmaya, babaları büyümeye, bir önceki gün marketten çaldıkları bisküvileri süte kırarak gizli gizli yeme fikirleri iyiden iyiye kaybolmaya ve bu fikrin yerini annelerinin yaptıkları kuyruk yağsız bulgur p...

Gecenin gözü

Gecenin gözü gördü, Çıkıp konuşsa, anlatsa her şeyi Senin hakkını sana, Benim hakkımı bana... Duvarlar bile daralıyordu, Sen ağlayınca. Bak şimdi nasıl da görünüyor Gökyüzü ferah ferah. Yıldızların altında gibi açık göğümüz. Koyun koyuna... Sıcacık...

Yetişkin eğitiminden yaşam boyu öğrenmeye geçiş - Bir eğitim makalesi

Eğitim, öğrenmenin sistematikleştirilmiş halidir. Öğrenmeye göre çok daha dar bir kavram olan eğitim kavramı daha gelişkin mekanizmaların kurulabilmesi için daha gelişkin bireylere ihtiyaç duyulmasından kaynaklı ortaya çıkmış bir kavramdır. İlk olarak Fransız sanayi devrimiyle somut düzlemde ele alınmaya başlanan bu gerçeklik kendisini fabrikalarda makineyi kullanmayı bilen eleman ihtiyacında göstermiştir. Makine kullanımının ve iş yönteminin öğretilmesinde karşılaşılan zorluklar, tarihin ilk burjuva devriminde öğretimi halk için sistematikleştiren yaklaşımı, yani eğitimi doğurmuştur. Sanayi devriminin öncelerinde bilgi aktarımlarını gerçekleştirecek kadroları yetiştirmek adına kurulan çeşitli kurumlar(kiliseler, camiler, manastır ve medreseler vb.) faydacı özellik gütmemesinden dolayı modern eğitim kavramına tam olarak denk düşmemektedir. Bu surette eğitim; faydalar çerçevesinde sistematikleştirilmiş öğrenmelerdir diyebiliriz. Bu noktada eğitim kavramıyla yetişkin kelimeleri yan yan...