Van’daki İş-Kurzede işçiler, yürüyerek Ankara’ya ulaştılar. Van’dan çıkmak istediklerinde, polisin yolu kapamasından dolayı, dağ yolunu kullanarak 14 saat yürüdüler. Elazığ’da il sınırlarına alınmadıklarında da Elazığ’ın etrafını dolanarak yürüdüler. Ankara girişinde TOMA’larla karşılandılar, yine yürüdüler. Ankara’da ise haklarını alana dek bir daha hiçbir yere yürüyüp gitmeyeceklerini haykırarak Abdi İpekçi Parkında direnişi sürdürüyorlar. Abdi İpekçi Parkında, kuru bir Ankara esintisi eşliğinde üşüyen bir halde battaniyelerine sarılan işçilerin yüzleri, buz kesilmişti adeta. Neredeyse kimsenin gülmediği yüzlerdeki ciddiyet, işçilerin kararlılığının bir göstergesi olarak tarihteki yerine notunu düşmüştür. Kendi aralarında kurdukları platform sözcüleri Ethem Altın ve Maşallah Türkan ile bir görüşme gerçekleştirdik.
Bayram Uluad - soL Ankara
Mağdur olduğunuzu söylüyorsunuz ve haklılığınızı göstermek ve hakkınızı almak adına da Van’dan Ankara’ya yaklaşık 400 kilometre yol yürüyorsunuz. Mağduriyetinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Ethem Altın (VİÇP – Platform Başkanı): Devlet bizi depremden sonra işe aldı. TYÇP kapsamında senede ortalama 8-9 ay asgari ücretle çalışıp 3-4 ay boştaydık. Fakat projenin bitirildiğini ve işten atıldığımızı öğrendik. Sen üç yıl devlette çalıştıktan sonra işsiz kalırsan kendi mesleğini de unutursun. Son aylarda daha sık olmak üzere, 2011’den beri bu çalışma periyodunu kalıcılaştırmak için görüşmeler yapıyoruz. Tüm iyi niyetimizle görüşmelere devam ederken bir baktık kapıdayız.
Maşallah Türkan (VİÇP – Platform Başkan Yardımcısı): Depremden dolayı daha ucuza daha ağır işleri yaptırmak için bakanlık talimatıyla bizi işe aldılar. Fakat önceki depremzede örneklerine göre bizimki devamlı değildi. İş-Kur kanunu şöyle işliyor, bir dönem çalıştıktan sonra ikinci dönem çalışma hakkını elinden alıyorlar. İşsizliği geçiştirme politikası bir anlamda. Bizi oy deposu olarak kullandılar. Bugüne kadar hep umut verdiler, vaat verdiler. Üç sene devletle çalışan bir insanı kolundan tutup sokağa atmak, işsizliği engelleyecek bir devletin görevi değildir. Mağduriyetimiz budur.
“Çalışma koşulları ağır ve hak etmediğimiz maaşımız vardı, ona da razıyız.”Proje kapsamında nerelerde istihdam ediliyordunuz? İş koşulları ve aldığınız maaş yeterli miydi? Ayrıca az önce 6 ay ve dokuz gibi süreçlerden söz ettiniz. Nelere göre değişiyordu, nasıl işliyordu sözleşme mekanizmanız?
E.A. : Genel olarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda çalıştırıldık daha çok. Okul açılırken sözleşmemiz başlıyordu ve kapanırken bitiyordu. İmzalanacak minimum sözleşme altı aylıktır. Biraz bastırınca sekiz dokuz aya çıkardılar. Kalan üç dört ayda da kafa izni verdiler. Dokuz ay dediğimize de bakmayın, çoğu zaman 9 ay çalışamadık.
M.T. : İş koşulları genelde iyi değildi. Hep ağır işlerde çalıştırıldık. Ben kendi okulumda mıntıka temizlikçisi kadrosunda görünüyorum. Girişte imzalattıkları bir belgeden ötürü hiçbir itiraz hakkımız da yoktu. Her şey okul müdürünün takdirine bırakılmış durumdaydı. Kağıt üzerinde bizim okulun kazan dairesi sorumlusu var görünüyor ama yok. Olmayınca beni kazan dairesine verdiler. Ben ömrümde soba yakmamış adamım, kazan dairesine girmem yasak ve doktor da bana girme demesine rağmen mecbur üç yıl kazan dairesinde çalıştım. Yaptığım iş aldığım maaşın dengi bir iş değildi. Pek çok arkadaşımız da bu durumdaydı. Aldığımız maaş da standart: asgari ücret.
Gür’den, AKP’li vekile tanıdık sözler: “İdeoloji ve siyaseti bırakıp birlikte çalışalım”
Bu konuda eylem sürecinizle birlikte görüşme sürecinizi de yoğunlaştırdınız. Kimlerle görüştünüz ve nasıl tepkiler, açıklamalar geldi?
E.A. : Van’daki oturma eylemine başladığımız andan itibaren bizimle sürekli görüşüldü. Bakanlar, AKP milletvekilleri. HDP milletvekilleri. Hatta Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Van’da düzenlenen mitingden önce Hüseyin Çelik ve Başbakan ile bile görüştük. Bize sürekli okullar açılnca işlerinize geri döneceksiniz, bu sorununuzu çözüp 2016’da sizi kalıcılaştıracağız gibi umutlar ve vaatler verdiler. AKP Van Milletvekili Burhan Kayatürk bize yine olumlu şeyler söyledikten 10 gün sonra gelip, bakanlığın kabul etmediğini, bunun yerine başvuru yapan 37.500 küsur kişiden 1000 kişinin kurayla seçilerek işe alınacağını belirtti. İşte orada biz ikinci bir deprem yaşadık. Bu insanlar da(arkadaşlarını gösteriyor) o enkazın altında kaldılar. Şimdi onları çıkarmaya çalışıyoruz enkazdan.
M.T. : En son 15 Eylül Pazartesi Özdal Üçer(HDP) bizi ziyaret etti sağolsun. Nazmi Gür(HDP) de bizi ofisinde kabul etti. Nazmi Bey telefonla AKP Van Milletvekili Burhan Kayalar’ı arayıp çok dostane şekilde konuşarak bizim işimizi çözmeye çalıştı. Kendisine “İdeolojik ve politik ayrım noktalarımızı bir kenara bırakıp bu işçiler için ortak mücadele edelim. Bunlar emekçi ve bizim halkımız. Sokakta bırakmayalım, bu işi birlikte çözelim” dedi. Burhan Bey de sağ olsun “işlerimi tamamladıktan sonra Ankara’ya gelince ilk iş bununla ilgileneceğim” dedi.
E. A. : 16 Eylül Salı ise AKP Genel Merkezine gittik. Bizimle yine ilgilendiler. Sağı solu aradılar ve sonunda Faruk Çelik’i aradılar. Faruk Bey de danışmanları aracılığıyla ilk işinin bu olacağını iletti bize. Bakalım artık görüşmelerden ne çıkacak…
Pekiyi siz ne istiyorsunuz tam olarak? Talebiniz nedir?
E.A. : Valla biz bu çalışma koşullarında bir kalıcılığa bile razıyız. Artık o raddeye geldik. Önceki depremzedelerle ilgili nasıl bir çalışma yapıldıysa biz de onları istiyoruz. Her hangi biri olabilir. Bakın biz çözümcül yaklaşıyoruz. Artık yeter. Bu işe bir son verelim istiyoruz.
“Yeni Türkiye dedikleri işçi düşmanı bir Türkiye’dir”
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde işçilerin genel eğilimi hangi yöndeydi?
M.T. : Benim gözlemime göre genel eğilim Tayyip Bey’den yanaydı. Fakat şu an o oy verenlerin hepsi mitingden önceki toplantıda oy kaygısıyla kandırıldıklarını anladılar ve çoğu verdiğine bin pişman.
Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra yeni bir kavram çıktı ortaya: Yeni Türkiye. Sizin gözünüzden bu kavram nereye denk düşüyor?
M.T : Yeni Türkiye dedikleri işçi ölümleri getirdi. Daha fazla taşeronlaşma ve daha fazla işsizlik getirdi. Eski Türkiye’yi özler olduk. Çocuklar öldürülüyor, insanlar aç ya da borçlu. Okullar kapanıyor ya da dönüştürülüyor. Her tür mağduriyet artmış durumda. Bu pek yeni değil ama. Bu eski Türkiye’den daha kötü bir Türkiye. Yeni Türkiye dedikleri politik kelime sadece işçi düşmanlığıdır. Biz, işlerimizden olduk, ekmeğimizden olduk eşlerimizden de oluyoruz az kaldı. Benim hanım aç kaldı diye küsüp baba evine gitti. Bu çok ağır bir trajedidir. Bunun sorumlusu Yeni Türkiye’dir bence.
Hak verilmez alınır!
Son olarak Ankara’dan ne gibi beklentileriniz var? Ankaralılara iletmek istedikleriniz var mı? İhtiyaçlarınızı nasıl karşılıyorsunuz?
E. A. : Sağolsun Ankara daha önce pek çok işçiye ev sahipliği yaptı. Bu anlamda tüm Ankaralıları yürekten kutluyorum. Her zaman yardımcı oluyorlar. Gerek STK’lar, gerek sendikalar, gerekse de siyasi partiler sürekli yanımızdalar. Depremde bize destek olan 76 milyon vatandaşımızdan bir ricamız daha var. Gelin bu mağduriyetin yanında yer alın, bir kez daha depremzedeye el uzatın. Ayrıca derginize de çok içten teşekkür ederim. Tüm okurlarınızın bilgisi olsun, biz kaybedecek hiçbirşeyi olmayan insanlarız. Teşekkür ederim
M. T. : Bizim elbette ihtiyaçlarımız var. Sağolsun dostlarımız aracılığıyla her gün nöbetleşerek arkadaşlarımızı birilerinin evine ya da misafirhanelere gönderiyoruz. Burada nöbet tutan bir grup oluyor daima. Yemek, battaniye, kıyafet elbette ihtiyaç olarak duruyor fakat öncelikli olarak Ankara halkının manevi desteğine ihtiyacımız var. Çünkü buradaki arkadaşlarımız birilerinin evlerine bile gönülsüz gidiyorlar. Çünkü çocuk açken kendisine yakıştıramıyor tokluğu. Bu derece gözümüz döndü artık. Bizi tahrik etmesinler. Biz burada hak verilmez alınır diyorsak boşa demiyoruz. Ankara’da şu anda resmen 110 adet canlı bomba var. Ama kimseye zarar veremeyeceğimizi herkes çok iyi bilsin. Hükümete de gücümüz yetmez o yüzden son çare kendimizi yakacağız!
Ne olmuştu da başlamıştı direniş?
Vanlı İş-Kur işçileri, 2011’de yaşanan depremden sonra işçilerin tanımıyla, ağır işçiliği ucuza getirmek için başlatılan bir projede, İş-Kur bünyesinde işe alındılar. Toplum Yararına Çalışma Programı adı altında başlatılan proje kapsamında bazı devlet kurumlarında minimum altı ay olmak üzere her yıl içinde yaklaşık olarak 9 ay boyunca çalıştırılmak üzere istihdam ediliyorlardı. 7286 sayılı yasa çerçevesinde işe alınan 7280 işçi, 13 Haziran’da işinden atıldı. 14 Haziran’dan itibaren Feqiye Teyran Parkı’nda eylem yapmaya başlayan işçiler kendi aralarında bir platform kurarak (Van İş-Kur Çalışanları Platformu - VİÇP) mücadele katıldılar. Yaklaşık 3 aydır sürdürdükleri parktaki eylemlik hali kimi zaman açlık greviyle, kimi zaman imza toplama ile sürdü. Sürekli çeşitli vaatlerle aldatılan işçiler aralarından bir ekibi Ankara’ya gönderme kararı aldılar. 10 Eylül Çarşamba günü çıktıkları ‘macera’ dolu yürüyüşlerinin sonunda 15 Eylül Pazartesi Ankara’ya ulaştılar.
Dağdan yürüyerek Van’dan çıktılar
Eylemlerini Ankara’ya taşıma kararı alan işçiler Edremit TOKİ önünde polis müdahalesiyle karşı karşıya kaldılar. Özellikle platform başkanı Ethem Altın’a şiddet uygulayan polis pek çok kişiyi gözaltına almış ve 20’e yakın kişiyi de çeşitli şekillerde yaralamıştı. Gerekçe ise valiliğin işçileri kesinlikle Van’dan çıkarmama kararı. Bu gelişmein üzerine bir grup işçi evlerine dağıldığını söyleyerek dağa çıktı. Yaklaşık 200 kişiyi bulan işçiler Artos dağının eteklerinde ilerleyerek kimi zaman dereleri, kimi zaman ovaları geçerek 65 kilometre yolu tam 14 saatte tamamlayıp Van il sınırının bittiği yere, Balaban’a gelirler. Tekrar bir organizasyon yaparak yola devam ettiler. Elazığ’da ise Vali kararıyla kesinlikle il sınırlarına alınmayacaklarını öğrenen işçiler işi inada bindirip Elazığ’ın çevresini dolanarak Muş üzerinden yollarına devam ettiler. Toplamta 400 kilometreden fazla yolu 5 günde tamamlayan işçiler ancak bili bir yerden sonra otobüs ile ulaşım sağlayabildiler. İşçilerin bu inadı hem yaratıcılıklarını hem de kararlılıklarını kanıtlar nitelikte.
Bayram Uluad - soL Ankara
Mağdur olduğunuzu söylüyorsunuz ve haklılığınızı göstermek ve hakkınızı almak adına da Van’dan Ankara’ya yaklaşık 400 kilometre yol yürüyorsunuz. Mağduriyetinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Ethem Altın (VİÇP – Platform Başkanı): Devlet bizi depremden sonra işe aldı. TYÇP kapsamında senede ortalama 8-9 ay asgari ücretle çalışıp 3-4 ay boştaydık. Fakat projenin bitirildiğini ve işten atıldığımızı öğrendik. Sen üç yıl devlette çalıştıktan sonra işsiz kalırsan kendi mesleğini de unutursun. Son aylarda daha sık olmak üzere, 2011’den beri bu çalışma periyodunu kalıcılaştırmak için görüşmeler yapıyoruz. Tüm iyi niyetimizle görüşmelere devam ederken bir baktık kapıdayız.
Maşallah Türkan (VİÇP – Platform Başkan Yardımcısı): Depremden dolayı daha ucuza daha ağır işleri yaptırmak için bakanlık talimatıyla bizi işe aldılar. Fakat önceki depremzede örneklerine göre bizimki devamlı değildi. İş-Kur kanunu şöyle işliyor, bir dönem çalıştıktan sonra ikinci dönem çalışma hakkını elinden alıyorlar. İşsizliği geçiştirme politikası bir anlamda. Bizi oy deposu olarak kullandılar. Bugüne kadar hep umut verdiler, vaat verdiler. Üç sene devletle çalışan bir insanı kolundan tutup sokağa atmak, işsizliği engelleyecek bir devletin görevi değildir. Mağduriyetimiz budur.
“Çalışma koşulları ağır ve hak etmediğimiz maaşımız vardı, ona da razıyız.”Proje kapsamında nerelerde istihdam ediliyordunuz? İş koşulları ve aldığınız maaş yeterli miydi? Ayrıca az önce 6 ay ve dokuz gibi süreçlerden söz ettiniz. Nelere göre değişiyordu, nasıl işliyordu sözleşme mekanizmanız?
E.A. : Genel olarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda çalıştırıldık daha çok. Okul açılırken sözleşmemiz başlıyordu ve kapanırken bitiyordu. İmzalanacak minimum sözleşme altı aylıktır. Biraz bastırınca sekiz dokuz aya çıkardılar. Kalan üç dört ayda da kafa izni verdiler. Dokuz ay dediğimize de bakmayın, çoğu zaman 9 ay çalışamadık.
M.T. : İş koşulları genelde iyi değildi. Hep ağır işlerde çalıştırıldık. Ben kendi okulumda mıntıka temizlikçisi kadrosunda görünüyorum. Girişte imzalattıkları bir belgeden ötürü hiçbir itiraz hakkımız da yoktu. Her şey okul müdürünün takdirine bırakılmış durumdaydı. Kağıt üzerinde bizim okulun kazan dairesi sorumlusu var görünüyor ama yok. Olmayınca beni kazan dairesine verdiler. Ben ömrümde soba yakmamış adamım, kazan dairesine girmem yasak ve doktor da bana girme demesine rağmen mecbur üç yıl kazan dairesinde çalıştım. Yaptığım iş aldığım maaşın dengi bir iş değildi. Pek çok arkadaşımız da bu durumdaydı. Aldığımız maaş da standart: asgari ücret.
Gür’den, AKP’li vekile tanıdık sözler: “İdeoloji ve siyaseti bırakıp birlikte çalışalım”
Bu konuda eylem sürecinizle birlikte görüşme sürecinizi de yoğunlaştırdınız. Kimlerle görüştünüz ve nasıl tepkiler, açıklamalar geldi?
E.A. : Van’daki oturma eylemine başladığımız andan itibaren bizimle sürekli görüşüldü. Bakanlar, AKP milletvekilleri. HDP milletvekilleri. Hatta Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Van’da düzenlenen mitingden önce Hüseyin Çelik ve Başbakan ile bile görüştük. Bize sürekli okullar açılnca işlerinize geri döneceksiniz, bu sorununuzu çözüp 2016’da sizi kalıcılaştıracağız gibi umutlar ve vaatler verdiler. AKP Van Milletvekili Burhan Kayatürk bize yine olumlu şeyler söyledikten 10 gün sonra gelip, bakanlığın kabul etmediğini, bunun yerine başvuru yapan 37.500 küsur kişiden 1000 kişinin kurayla seçilerek işe alınacağını belirtti. İşte orada biz ikinci bir deprem yaşadık. Bu insanlar da(arkadaşlarını gösteriyor) o enkazın altında kaldılar. Şimdi onları çıkarmaya çalışıyoruz enkazdan.
M.T. : En son 15 Eylül Pazartesi Özdal Üçer(HDP) bizi ziyaret etti sağolsun. Nazmi Gür(HDP) de bizi ofisinde kabul etti. Nazmi Bey telefonla AKP Van Milletvekili Burhan Kayalar’ı arayıp çok dostane şekilde konuşarak bizim işimizi çözmeye çalıştı. Kendisine “İdeolojik ve politik ayrım noktalarımızı bir kenara bırakıp bu işçiler için ortak mücadele edelim. Bunlar emekçi ve bizim halkımız. Sokakta bırakmayalım, bu işi birlikte çözelim” dedi. Burhan Bey de sağ olsun “işlerimi tamamladıktan sonra Ankara’ya gelince ilk iş bununla ilgileneceğim” dedi.
E. A. : 16 Eylül Salı ise AKP Genel Merkezine gittik. Bizimle yine ilgilendiler. Sağı solu aradılar ve sonunda Faruk Çelik’i aradılar. Faruk Bey de danışmanları aracılığıyla ilk işinin bu olacağını iletti bize. Bakalım artık görüşmelerden ne çıkacak…
Pekiyi siz ne istiyorsunuz tam olarak? Talebiniz nedir?
E.A. : Valla biz bu çalışma koşullarında bir kalıcılığa bile razıyız. Artık o raddeye geldik. Önceki depremzedelerle ilgili nasıl bir çalışma yapıldıysa biz de onları istiyoruz. Her hangi biri olabilir. Bakın biz çözümcül yaklaşıyoruz. Artık yeter. Bu işe bir son verelim istiyoruz.
“Yeni Türkiye dedikleri işçi düşmanı bir Türkiye’dir”
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde işçilerin genel eğilimi hangi yöndeydi?
M.T. : Benim gözlemime göre genel eğilim Tayyip Bey’den yanaydı. Fakat şu an o oy verenlerin hepsi mitingden önceki toplantıda oy kaygısıyla kandırıldıklarını anladılar ve çoğu verdiğine bin pişman.
Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olduktan sonra yeni bir kavram çıktı ortaya: Yeni Türkiye. Sizin gözünüzden bu kavram nereye denk düşüyor?
M.T : Yeni Türkiye dedikleri işçi ölümleri getirdi. Daha fazla taşeronlaşma ve daha fazla işsizlik getirdi. Eski Türkiye’yi özler olduk. Çocuklar öldürülüyor, insanlar aç ya da borçlu. Okullar kapanıyor ya da dönüştürülüyor. Her tür mağduriyet artmış durumda. Bu pek yeni değil ama. Bu eski Türkiye’den daha kötü bir Türkiye. Yeni Türkiye dedikleri politik kelime sadece işçi düşmanlığıdır. Biz, işlerimizden olduk, ekmeğimizden olduk eşlerimizden de oluyoruz az kaldı. Benim hanım aç kaldı diye küsüp baba evine gitti. Bu çok ağır bir trajedidir. Bunun sorumlusu Yeni Türkiye’dir bence.
Hak verilmez alınır!
Son olarak Ankara’dan ne gibi beklentileriniz var? Ankaralılara iletmek istedikleriniz var mı? İhtiyaçlarınızı nasıl karşılıyorsunuz?
E. A. : Sağolsun Ankara daha önce pek çok işçiye ev sahipliği yaptı. Bu anlamda tüm Ankaralıları yürekten kutluyorum. Her zaman yardımcı oluyorlar. Gerek STK’lar, gerek sendikalar, gerekse de siyasi partiler sürekli yanımızdalar. Depremde bize destek olan 76 milyon vatandaşımızdan bir ricamız daha var. Gelin bu mağduriyetin yanında yer alın, bir kez daha depremzedeye el uzatın. Ayrıca derginize de çok içten teşekkür ederim. Tüm okurlarınızın bilgisi olsun, biz kaybedecek hiçbirşeyi olmayan insanlarız. Teşekkür ederim
M. T. : Bizim elbette ihtiyaçlarımız var. Sağolsun dostlarımız aracılığıyla her gün nöbetleşerek arkadaşlarımızı birilerinin evine ya da misafirhanelere gönderiyoruz. Burada nöbet tutan bir grup oluyor daima. Yemek, battaniye, kıyafet elbette ihtiyaç olarak duruyor fakat öncelikli olarak Ankara halkının manevi desteğine ihtiyacımız var. Çünkü buradaki arkadaşlarımız birilerinin evlerine bile gönülsüz gidiyorlar. Çünkü çocuk açken kendisine yakıştıramıyor tokluğu. Bu derece gözümüz döndü artık. Bizi tahrik etmesinler. Biz burada hak verilmez alınır diyorsak boşa demiyoruz. Ankara’da şu anda resmen 110 adet canlı bomba var. Ama kimseye zarar veremeyeceğimizi herkes çok iyi bilsin. Hükümete de gücümüz yetmez o yüzden son çare kendimizi yakacağız!
Ne olmuştu da başlamıştı direniş?
Vanlı İş-Kur işçileri, 2011’de yaşanan depremden sonra işçilerin tanımıyla, ağır işçiliği ucuza getirmek için başlatılan bir projede, İş-Kur bünyesinde işe alındılar. Toplum Yararına Çalışma Programı adı altında başlatılan proje kapsamında bazı devlet kurumlarında minimum altı ay olmak üzere her yıl içinde yaklaşık olarak 9 ay boyunca çalıştırılmak üzere istihdam ediliyorlardı. 7286 sayılı yasa çerçevesinde işe alınan 7280 işçi, 13 Haziran’da işinden atıldı. 14 Haziran’dan itibaren Feqiye Teyran Parkı’nda eylem yapmaya başlayan işçiler kendi aralarında bir platform kurarak (Van İş-Kur Çalışanları Platformu - VİÇP) mücadele katıldılar. Yaklaşık 3 aydır sürdürdükleri parktaki eylemlik hali kimi zaman açlık greviyle, kimi zaman imza toplama ile sürdü. Sürekli çeşitli vaatlerle aldatılan işçiler aralarından bir ekibi Ankara’ya gönderme kararı aldılar. 10 Eylül Çarşamba günü çıktıkları ‘macera’ dolu yürüyüşlerinin sonunda 15 Eylül Pazartesi Ankara’ya ulaştılar.
Dağdan yürüyerek Van’dan çıktılar
Eylemlerini Ankara’ya taşıma kararı alan işçiler Edremit TOKİ önünde polis müdahalesiyle karşı karşıya kaldılar. Özellikle platform başkanı Ethem Altın’a şiddet uygulayan polis pek çok kişiyi gözaltına almış ve 20’e yakın kişiyi de çeşitli şekillerde yaralamıştı. Gerekçe ise valiliğin işçileri kesinlikle Van’dan çıkarmama kararı. Bu gelişmein üzerine bir grup işçi evlerine dağıldığını söyleyerek dağa çıktı. Yaklaşık 200 kişiyi bulan işçiler Artos dağının eteklerinde ilerleyerek kimi zaman dereleri, kimi zaman ovaları geçerek 65 kilometre yolu tam 14 saatte tamamlayıp Van il sınırının bittiği yere, Balaban’a gelirler. Tekrar bir organizasyon yaparak yola devam ettiler. Elazığ’da ise Vali kararıyla kesinlikle il sınırlarına alınmayacaklarını öğrenen işçiler işi inada bindirip Elazığ’ın çevresini dolanarak Muş üzerinden yollarına devam ettiler. Toplamta 400 kilometreden fazla yolu 5 günde tamamlayan işçiler ancak bili bir yerden sonra otobüs ile ulaşım sağlayabildiler. İşçilerin bu inadı hem yaratıcılıklarını hem de kararlılıklarını kanıtlar nitelikte.
Yorumlar
Yorum Gönder