Şaşıracaksın, kim bu manyak diye. Ama evet, maalesef yazını okudum. Buradaki maalesef yazının kötülüğünden ziyade yalnızlığına satasildigi içindi. Öyle ya, insan ancak bu kadar yalnızken güven meselesine ikna oluyor.
Ben çağımızın 'hastalik'larından birinin yalnızlık olduğunu düşünüyorum. Hastalık tibben birseylerin olması gerektiği gibi olmaması olarak yorumlanır. Bir diğer yandan da aslında vücudun kendini korumak adına disavurumda bulunması diye de yorumlanabilir. Bu durumda, yalnız olmama hali her durumda olması gereken midir? Elbette hayır. Fakat yalnızlığın tarafımdan hastalık olarak tanımlanması kitlesel olusundandir. M. Mungan güzel özetliyor yalnızlığı.
Peki neden kitlesel bir yalnızlık var? Eski, temelsiz güvene, yani aslında bir takım mecburiyetlere dayanan toplum yapısı bozulduğu için mi? Olabilir. Fakat zannimca o toplum yapısı da çöküş içerisindeydi. Biz çökmüş olan eski toplum yapısı yerine daha iyisini ve güzelini henüz inşa edemedik. Elimizdeki yapı, bazı durumlarda eskiye göre daha dezavantajlı noktalar barındırıyor. Fakat hala bir toplum yapısına sahip değiliz. Bu yüzden yalnızlığı hastalık olarak nitelerken çağırdığım şey daha geri bir toplum düzeni değildir. Ben bir toplum düzeni istiyorum.
O zaman sorun nerede? Toplum yapısına, yani ortak kurgusu, ortak paradogmasi, gelecek planı, kısmi derecede ortak geçmişi ve ortak hareket etme duygusu, sahip olmamamizin yalnızlıkla ne ilgisi var değil mi ama? Hayır. Görmüyor musun, sadece sen böyle değilsin. Herkes böyle. Ünlü bir Sicilya atasözü vardır; herkesin suçlu olduğu yerde kimse suçlu değildir. Ya da bunun M. Mungan cevirisi: bunca insan yalnızken neden bunca insan yalnız?
Ben sorunu toplumla bagdastiriyorum. Yani, evet, politik bir konu olarak ele alıyorum.
O zaman bir kez daha egilelim konuya. Yalnızlık neden hastalık? Toplum olmamızın bir takım gereklilikleri, ihtiyaç duyduğumuz nuveleri ve bunun sonucunda da bir takım avantajları vardır. Henüz Homo erectus atalarımızdan koparken ilk yaptığımızı sandığım şeylerden birisi de organizasyon yeteneğimizdir. Organize olmak demek bir işi, bir oluşu veya herhangi bir sistemi kurgulayabilmek, iş bölümü ve bir takım yan kavramlar aracılığıyla hareket edebilmek demektir. Yani örgütlenebilmek. Hemen örgüt lafını duyunca kasini kaldırma lütfen. Iktisat üçüncü sınıfta örgüt teorisi anlatılır ve anlatılan konu da şirket ve devlet yapisidir. Mesela ben kod yazmayı da örgütlenmek olarak görüyorum. Yani, sorun + çözüm önerisi+ ihtiyaç analizi + insan kaynağı.
Uzun lafın kısası, insanlar ezelden beridir birlikte sorun yaşarlar, ihtiyaçlarını analiz ederler ve çözmek için de organize olurlar. Bu bizim için yalnız olmamamiz sonucuna çıkar.
Ne olduysa buna oldu işte. Bilgisayarla iletişim yoğunlaşınca, çürümüş bir toplum yapısında yetişen nesil, iki mouse hareketi, bir klavye şıngırtısıyla bazı şeylerin değiştiğini görünce insanı unutuverdi. Hemen bireysellesti. Içine kapaniverdi. Neden? Çünkü topluma ihtiyaç duymadan da yasayabilecegimizi düşündü. Üstüne oyunların ve dizi+film sektörünün acımasız aptallastiriciligi binince toplum fikrinden iyice uzaklaştı. Bu dönemin fenomen furyasini New Age dinleri gibi algılama taraftariyim. Yetti mi? Elbette hayır. Üstüne de sasali sosyal medya binince, zaten temelsiz olan birey, yetersizlesti, özgüvensizlesti ve iyice bireycilesti. Fakat sorarım sana, toplum olmadan tek başına bireyin nitelikleri ne anlam taşır? Çok iyi bir avukat örneğin, dağ bayir yaşamaya başlasa bir süre sonra, o hala iyi bir avukat mıdır? Iyiyi geçtim, hala bir avukat mıdır?
Insanlar bunların üzerine düşünmeyi reddedip iyice aptallastiran yöntemlerle bilimden, bireycilestikce de kendinden uzaklaştı. Ve yalnızlaştıran, yalnizlasan, her şeyin kör topal ilerlediği ve herkesin iyi şeyler yapmak için ikna olmadığı fikirlerin peşinden gitmek zorunda kaldığı bir ruh haline sürükledi. Önce toplum bir kişiyi, sonra her kişi toplumu. Böyle bir kısır döngü.
Yalnızlığın farklı yansımaları da mevcut. Buna dair de iki kelam etmek gerek. Sadece yukarıya bir ek daha. Yalnızlığı yerimin darligindan bu şekilde ele aldım. Aksi halde bence tee en başından alınmalı. Fakat en son durum en etkili olanıdır. Sınavda son işlenen konulardan daha çok sorulması gibi. Birinci ve ikinci dünya savaşları, x, y ve z kuşağı safsatalari, üstüne burjuva Bohem hayatı da dedin mi meseleyi beyninde oturtuyorsun.
Yalnızlığın en makul yansıması sanırım toplumun çürümüş algılarına yaslanabilmek ve buradan kendimizi yeniden var edebilmek adına kendimize yaptığımız çoklu kişilik bozuklugumuzdur. Sanırım etrafimdaki çoğu kişi bu durumda. Olduğundan farklı görünmek. Olmadığı insanı oynamak. Yapıyoruz. Maalesef. Irili ufaklı. Fakat hepimiz bir şekilde yapıyoruz. Acaba biz böyle olduğumuz için mi hiç bir şeyi 'begenmiyoruz'? Bence bunun adı korku. Birini hayatına ortak üretim yapsın, ortak değer çıksın diye değil, eğlence amaçlı alıyorsak, bunun temel nedeni bizim kafa yapımız olmuyor mu bu durumda? Çünkü yeterince yakınına alırsan gerçeği görecek. Çift kişilik de ortaya çıkacak. Çünkü gerçeklerin maalesef ortaya çıkmak gibi pis bir huyu var.
Çağımız insanında özgüven yok, bilim yok, gerçek kişilikler yok (hepsi aynı fabrikada üretilmiş defolu kişilik kaynıyor ortalık örn: aynen), cesaret yok, umut zaten sizlere ömür, topluma ve en çok da kendine yabancilasmis sahte kişilikler var. Sence senin yalnızlıktan kurtulmak için gerçekten de birine güven mi duymak gerek? Sanki daha önemli sorunlar varmış gibi.
Şu notu da atarsam içim rahat olacak. Tesadüfen gördüm yazını. Issiz bir anımda gördüm. Ilk başta çok usendim ama sonra bazı kelimeler dillenip havaya karisinca bari burada yazıya dokulsun, yorum olsun dedim. Fakat usenmeyip , geçiştirmek için bile olsa iki kelime edersen sevinirim. Çav!
Not: bu yazı şu yazıya cevaben hazırlanmıştır.
Ben çağımızın 'hastalik'larından birinin yalnızlık olduğunu düşünüyorum. Hastalık tibben birseylerin olması gerektiği gibi olmaması olarak yorumlanır. Bir diğer yandan da aslında vücudun kendini korumak adına disavurumda bulunması diye de yorumlanabilir. Bu durumda, yalnız olmama hali her durumda olması gereken midir? Elbette hayır. Fakat yalnızlığın tarafımdan hastalık olarak tanımlanması kitlesel olusundandir. M. Mungan güzel özetliyor yalnızlığı.
Peki neden kitlesel bir yalnızlık var? Eski, temelsiz güvene, yani aslında bir takım mecburiyetlere dayanan toplum yapısı bozulduğu için mi? Olabilir. Fakat zannimca o toplum yapısı da çöküş içerisindeydi. Biz çökmüş olan eski toplum yapısı yerine daha iyisini ve güzelini henüz inşa edemedik. Elimizdeki yapı, bazı durumlarda eskiye göre daha dezavantajlı noktalar barındırıyor. Fakat hala bir toplum yapısına sahip değiliz. Bu yüzden yalnızlığı hastalık olarak nitelerken çağırdığım şey daha geri bir toplum düzeni değildir. Ben bir toplum düzeni istiyorum.
O zaman sorun nerede? Toplum yapısına, yani ortak kurgusu, ortak paradogmasi, gelecek planı, kısmi derecede ortak geçmişi ve ortak hareket etme duygusu, sahip olmamamizin yalnızlıkla ne ilgisi var değil mi ama? Hayır. Görmüyor musun, sadece sen böyle değilsin. Herkes böyle. Ünlü bir Sicilya atasözü vardır; herkesin suçlu olduğu yerde kimse suçlu değildir. Ya da bunun M. Mungan cevirisi: bunca insan yalnızken neden bunca insan yalnız?
Ben sorunu toplumla bagdastiriyorum. Yani, evet, politik bir konu olarak ele alıyorum.
O zaman bir kez daha egilelim konuya. Yalnızlık neden hastalık? Toplum olmamızın bir takım gereklilikleri, ihtiyaç duyduğumuz nuveleri ve bunun sonucunda da bir takım avantajları vardır. Henüz Homo erectus atalarımızdan koparken ilk yaptığımızı sandığım şeylerden birisi de organizasyon yeteneğimizdir. Organize olmak demek bir işi, bir oluşu veya herhangi bir sistemi kurgulayabilmek, iş bölümü ve bir takım yan kavramlar aracılığıyla hareket edebilmek demektir. Yani örgütlenebilmek. Hemen örgüt lafını duyunca kasini kaldırma lütfen. Iktisat üçüncü sınıfta örgüt teorisi anlatılır ve anlatılan konu da şirket ve devlet yapisidir. Mesela ben kod yazmayı da örgütlenmek olarak görüyorum. Yani, sorun + çözüm önerisi+ ihtiyaç analizi + insan kaynağı.
Uzun lafın kısası, insanlar ezelden beridir birlikte sorun yaşarlar, ihtiyaçlarını analiz ederler ve çözmek için de organize olurlar. Bu bizim için yalnız olmamamiz sonucuna çıkar.
Ne olduysa buna oldu işte. Bilgisayarla iletişim yoğunlaşınca, çürümüş bir toplum yapısında yetişen nesil, iki mouse hareketi, bir klavye şıngırtısıyla bazı şeylerin değiştiğini görünce insanı unutuverdi. Hemen bireysellesti. Içine kapaniverdi. Neden? Çünkü topluma ihtiyaç duymadan da yasayabilecegimizi düşündü. Üstüne oyunların ve dizi+film sektörünün acımasız aptallastiriciligi binince toplum fikrinden iyice uzaklaştı. Bu dönemin fenomen furyasini New Age dinleri gibi algılama taraftariyim. Yetti mi? Elbette hayır. Üstüne de sasali sosyal medya binince, zaten temelsiz olan birey, yetersizlesti, özgüvensizlesti ve iyice bireycilesti. Fakat sorarım sana, toplum olmadan tek başına bireyin nitelikleri ne anlam taşır? Çok iyi bir avukat örneğin, dağ bayir yaşamaya başlasa bir süre sonra, o hala iyi bir avukat mıdır? Iyiyi geçtim, hala bir avukat mıdır?
Insanlar bunların üzerine düşünmeyi reddedip iyice aptallastiran yöntemlerle bilimden, bireycilestikce de kendinden uzaklaştı. Ve yalnızlaştıran, yalnizlasan, her şeyin kör topal ilerlediği ve herkesin iyi şeyler yapmak için ikna olmadığı fikirlerin peşinden gitmek zorunda kaldığı bir ruh haline sürükledi. Önce toplum bir kişiyi, sonra her kişi toplumu. Böyle bir kısır döngü.
Yalnızlığın farklı yansımaları da mevcut. Buna dair de iki kelam etmek gerek. Sadece yukarıya bir ek daha. Yalnızlığı yerimin darligindan bu şekilde ele aldım. Aksi halde bence tee en başından alınmalı. Fakat en son durum en etkili olanıdır. Sınavda son işlenen konulardan daha çok sorulması gibi. Birinci ve ikinci dünya savaşları, x, y ve z kuşağı safsatalari, üstüne burjuva Bohem hayatı da dedin mi meseleyi beyninde oturtuyorsun.
Yalnızlığın en makul yansıması sanırım toplumun çürümüş algılarına yaslanabilmek ve buradan kendimizi yeniden var edebilmek adına kendimize yaptığımız çoklu kişilik bozuklugumuzdur. Sanırım etrafimdaki çoğu kişi bu durumda. Olduğundan farklı görünmek. Olmadığı insanı oynamak. Yapıyoruz. Maalesef. Irili ufaklı. Fakat hepimiz bir şekilde yapıyoruz. Acaba biz böyle olduğumuz için mi hiç bir şeyi 'begenmiyoruz'? Bence bunun adı korku. Birini hayatına ortak üretim yapsın, ortak değer çıksın diye değil, eğlence amaçlı alıyorsak, bunun temel nedeni bizim kafa yapımız olmuyor mu bu durumda? Çünkü yeterince yakınına alırsan gerçeği görecek. Çift kişilik de ortaya çıkacak. Çünkü gerçeklerin maalesef ortaya çıkmak gibi pis bir huyu var.
Çağımız insanında özgüven yok, bilim yok, gerçek kişilikler yok (hepsi aynı fabrikada üretilmiş defolu kişilik kaynıyor ortalık örn: aynen), cesaret yok, umut zaten sizlere ömür, topluma ve en çok da kendine yabancilasmis sahte kişilikler var. Sence senin yalnızlıktan kurtulmak için gerçekten de birine güven mi duymak gerek? Sanki daha önemli sorunlar varmış gibi.
Şu notu da atarsam içim rahat olacak. Tesadüfen gördüm yazını. Issiz bir anımda gördüm. Ilk başta çok usendim ama sonra bazı kelimeler dillenip havaya karisinca bari burada yazıya dokulsun, yorum olsun dedim. Fakat usenmeyip , geçiştirmek için bile olsa iki kelime edersen sevinirim. Çav!
Not: bu yazı şu yazıya cevaben hazırlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder