Evet yanlış duymadınız büyük bir oyundur hayat. Ders vermek istersin, yola sokmak istersin lakin yol yol değildir.
Evet misis en mistırlar. büyük oyun. Sanki sikik hayatının en berbat anlarında sana eğlence çıkarabilecek bir oyundur. İki arkadaşı koşarken yakalamak gibi mesela.
Bir ona, bir buna.
Evet coniler, büyük oyundur içmek. İnsanın beynine oynadığından hem de. En tehlikelisi. Yanaklarında gamzelerle pispis sırıtırken, bir anda film kopuveriyor. Sürülen parfümlerde burculanırken koşar yakalar seni tüm çirkinliğiyle.
Oyun!
Herkes onun peşinde. Herkes onu arıyor. Onun için saatlerce kafa patlatıp üstüne bir de mısır patlatıyor. Yanınakoyduğumun dünyasında herkes kendine bir rol de buluyor sıçtığımın büyük oyununda.
Hayır yanılmayın sakın, bir sirk değil sözünü ettiğim, hayatın ta kendisi. Özgüvensizlik, kıskançlık ve çirkinlik bu oyunun en büyük öndeyileri oluyor. Çıkıp karşımıza, bizi mal yerine koyuyor oyun. Oysa mal değil, metayız hepimiz! Aradaki farkı algılayabilmek için herhangi silindirik bir ünide, sırf sınıfı geçmek için okunan ve mezun olunan bir kıçı kırık iktisat yahut tahsildar maliyesinden mezun olmaya gerek yoktur.
Oysa aptallığın en büyüğüdür karşındakini aptal sanmak. Lakin bir o kadar da aptal yaratıklarız mamafih.
Mevzular derin cekiler(jecky). Elde etmece, pazardaki bulgurdan olmaca oyunları. Neden obezsiniz sanki! Sosyalliğiniz mi var hımmınaaa! Zaten derdim sizinle değil, gidin kendinizi becerin. Derdim dünyayla!
Tam unutacakken gökteki yıldızları, bir el değer göğsünüze. Naiftir. Tatlıdır. Fakat yine de engel olur göğdeki kaymaları izlemenize.
Oyun oynarken hep karşımdakine ayar vermeyi, 'ders' vermeyi, ondan üstün bir mahluk olduğumu ispatlamayı düşlerdim çocukkene. Ee, artık çocuk da değiliz, oyuncu da. Seyirci olduk haberimiz yok. Seyrettiğimiz ise koca bir çirkinlik heyulası!
Ya sana ne demeli ey karanfil! Ne hakla güzel kokularını taşır durursun oyunuma! Ne diye gelirsin apansız burnuma tüm keskinliğinle! Sen de ayrı bir oyunsun zaten! Saygıda kusur etmedik diye bizi meczup mu sanırsın! Bizim kayışımız çoktan koptu be güzelim, bilmez misin kokun da fayda etmez, oyunun da!
Evet, gel seni saksıda büyüteyim. Her gün suyunu vereyim. Çirkef de bir iki koklasın yemekten tırssın seni. Gel, seni zihinevimin en güzel köşesine yerleştireyim. Ama çıkacağım artık bu oyundan! Oyunun büyüğünü görmedin daha.
Ama hakkını yemeyeceğim senin de ey fesleğen! Elim ayağım epey dolandı bir iki yüzyıl kadar. Sokakta düşünürken büyük oyunu, farkettim Karaman'dan gelen koyunu. İş işten geçti. Kefallik baki. Öyküsünü yazacağın bunun bak. Ciddiyim. Yazacağım. Oyunu derleyip toparlayıp Leyla Erbil'e inat bir öykü yarışmasına postalayacağım Hemo'suz!
Dedi. Ve kalktı ayağa 'erkek'! Kafasında tek bir konu netti: oyunu öyküleştirmek. Yapacaktı da kuşkusuz. Güçlü bir edebi yanı olmamasına rağmen, kısıtlı kelime dağarcığıyla dünyaya meydan okuyacaktı. O küçücük dünyasında iki sokak sonrasını uzay zannedip iki sokağa kafa tutacaktı ergence! Olsundu. Yine de yazacaktı o oyunları. Oyunların şahını. Aynı yerden neden iki kere dönüldüğünü. Küstahlığını insanınkini. Kendinden menkul. Hem ne çıkardı kendini oraya koymasa. Ne de olsa kimsenin sikinde olmayan haleti ruhiyesiyle ağız dolusu küfürler savuran hali değildi.
Evet, oyundu herşeyi bir tutan. Nice yaşlı oyunlar gibi. Bir kez daha göz gibi açılmış bir kurgunun en skindirik parçasını oynuyordu. Ne yapsındı, bu onun payına düşüyordu: öyküyü yazmak!
Yazacağım dedi ve kapadı bilgisayarını. Baktı keyfine ve öyküsünün son haline.
Verse miydi acaba? Ya okunursa? En iyisi tutarlı olmaktı dedi. Oyunu verdi postaya, kendini çıkarttı kostaya. Bitti artık. Olmuyorsa oldurmayacaksın. Ne de olsa insanın insana sadakat sözü yoktu hiçbir zaman. Eski sevgiliye dönmek de pek ala güzel bir son olabilirdi. Dedi ve verdi oyunu.
Gözlerini kapadı ve oyunun kıvrımlarını düşünerek daldı derin uykusuna.
İyi geceler gönlüm...
Evet misis en mistırlar. büyük oyun. Sanki sikik hayatının en berbat anlarında sana eğlence çıkarabilecek bir oyundur. İki arkadaşı koşarken yakalamak gibi mesela.
Bir ona, bir buna.
Evet coniler, büyük oyundur içmek. İnsanın beynine oynadığından hem de. En tehlikelisi. Yanaklarında gamzelerle pispis sırıtırken, bir anda film kopuveriyor. Sürülen parfümlerde burculanırken koşar yakalar seni tüm çirkinliğiyle.
Oyun!
Herkes onun peşinde. Herkes onu arıyor. Onun için saatlerce kafa patlatıp üstüne bir de mısır patlatıyor. Yanınakoyduğumun dünyasında herkes kendine bir rol de buluyor sıçtığımın büyük oyununda.
Hayır yanılmayın sakın, bir sirk değil sözünü ettiğim, hayatın ta kendisi. Özgüvensizlik, kıskançlık ve çirkinlik bu oyunun en büyük öndeyileri oluyor. Çıkıp karşımıza, bizi mal yerine koyuyor oyun. Oysa mal değil, metayız hepimiz! Aradaki farkı algılayabilmek için herhangi silindirik bir ünide, sırf sınıfı geçmek için okunan ve mezun olunan bir kıçı kırık iktisat yahut tahsildar maliyesinden mezun olmaya gerek yoktur.
Oysa aptallığın en büyüğüdür karşındakini aptal sanmak. Lakin bir o kadar da aptal yaratıklarız mamafih.
Mevzular derin cekiler(jecky). Elde etmece, pazardaki bulgurdan olmaca oyunları. Neden obezsiniz sanki! Sosyalliğiniz mi var hımmınaaa! Zaten derdim sizinle değil, gidin kendinizi becerin. Derdim dünyayla!
Tam unutacakken gökteki yıldızları, bir el değer göğsünüze. Naiftir. Tatlıdır. Fakat yine de engel olur göğdeki kaymaları izlemenize.
Oyun oynarken hep karşımdakine ayar vermeyi, 'ders' vermeyi, ondan üstün bir mahluk olduğumu ispatlamayı düşlerdim çocukkene. Ee, artık çocuk da değiliz, oyuncu da. Seyirci olduk haberimiz yok. Seyrettiğimiz ise koca bir çirkinlik heyulası!
Ya sana ne demeli ey karanfil! Ne hakla güzel kokularını taşır durursun oyunuma! Ne diye gelirsin apansız burnuma tüm keskinliğinle! Sen de ayrı bir oyunsun zaten! Saygıda kusur etmedik diye bizi meczup mu sanırsın! Bizim kayışımız çoktan koptu be güzelim, bilmez misin kokun da fayda etmez, oyunun da!
Evet, gel seni saksıda büyüteyim. Her gün suyunu vereyim. Çirkef de bir iki koklasın yemekten tırssın seni. Gel, seni zihinevimin en güzel köşesine yerleştireyim. Ama çıkacağım artık bu oyundan! Oyunun büyüğünü görmedin daha.
Ama hakkını yemeyeceğim senin de ey fesleğen! Elim ayağım epey dolandı bir iki yüzyıl kadar. Sokakta düşünürken büyük oyunu, farkettim Karaman'dan gelen koyunu. İş işten geçti. Kefallik baki. Öyküsünü yazacağın bunun bak. Ciddiyim. Yazacağım. Oyunu derleyip toparlayıp Leyla Erbil'e inat bir öykü yarışmasına postalayacağım Hemo'suz!
Dedi. Ve kalktı ayağa 'erkek'! Kafasında tek bir konu netti: oyunu öyküleştirmek. Yapacaktı da kuşkusuz. Güçlü bir edebi yanı olmamasına rağmen, kısıtlı kelime dağarcığıyla dünyaya meydan okuyacaktı. O küçücük dünyasında iki sokak sonrasını uzay zannedip iki sokağa kafa tutacaktı ergence! Olsundu. Yine de yazacaktı o oyunları. Oyunların şahını. Aynı yerden neden iki kere dönüldüğünü. Küstahlığını insanınkini. Kendinden menkul. Hem ne çıkardı kendini oraya koymasa. Ne de olsa kimsenin sikinde olmayan haleti ruhiyesiyle ağız dolusu küfürler savuran hali değildi.
Evet, oyundu herşeyi bir tutan. Nice yaşlı oyunlar gibi. Bir kez daha göz gibi açılmış bir kurgunun en skindirik parçasını oynuyordu. Ne yapsındı, bu onun payına düşüyordu: öyküyü yazmak!
Yazacağım dedi ve kapadı bilgisayarını. Baktı keyfine ve öyküsünün son haline.
Verse miydi acaba? Ya okunursa? En iyisi tutarlı olmaktı dedi. Oyunu verdi postaya, kendini çıkarttı kostaya. Bitti artık. Olmuyorsa oldurmayacaksın. Ne de olsa insanın insana sadakat sözü yoktu hiçbir zaman. Eski sevgiliye dönmek de pek ala güzel bir son olabilirdi. Dedi ve verdi oyunu.
Gözlerini kapadı ve oyunun kıvrımlarını düşünerek daldı derin uykusuna.
İyi geceler gönlüm...
Yorumlar
Yorum Gönder